DEMOKRASİ VE SOL

DEMOKRASİ VE SOL

“Türkiye demokrasisinin çelişkisi ise; sağ sütunun kendini yenilemesine karşın, sol direğin dağılma ve ufalanma halinde olmasıdır. İki yelpazedeki bu karşıtlık, süreklilik özelliğine sahiptir.

Demokrasiyi iki sütun üzerine yeniden inşa için, işe kırık-dökük olandan başlama gerekliliği açıktır. Bu kesim, demokrasi ve lâikliğin temeli olan akılcılığı savunduğuna göre, fikrî derinliği, kalkış için eksen almalı; böylece, örgütsel yapının çatısını ortak ilkelerde kurmalı; faaliyet mekânı olarak bütün Türkiye’yi hedeflemeli; sürekliliği ise, her üçe öğe açısından geçerli kılmalıdır. Bu mümkün mü?”.

Bu satırlar, “Ne cumhuriyet, ne de demokrasi” başlığıyla geçen hafta yayınlanan yazımızdan.

Türkiye’de siyasal rejimin iki büyük sorunu var: biri demokrasi eksiği, diğeri ise sol eksiği.

Bu iki olumsuzluk, birbirini etkiliyor ve sorun derinleşiyor. Bunda, hukukun ve siyasetin birbiriyle yarışan payı var. Demokrasi açığı, sadece sol eksendeki dağınıklıkla açıklanamaz. Çünkü, demokratik sorun, Türkiye solu sorunsalına indirgenemez.

Başka bir söyleyişle, sağın iktidarda ve muhalefette varlığı, demokrasinin sağlıklı işleyişi için yeterli olmamakta; hangi ad altında olursa olsun sağın gücü, daha çok, hükümet kurmaya yeterli sayıda çoğunluk oluşturma kapasitesi olarak anlaşılmalı.

Türkiye’de demokrasinin önünde ciddi hukukî engeller yok değil: yüzde ıo’luk ulusal baraj bunların başında yer ahr.Yine, siyasal sistemin demokratik işleyişi için, siyasal partiler ve seçim hukuku ciddi bir biçimde elden geçirilmelidir.

Fakat burada konu, hukuksal yönüyle değil, “demokrasi anlayışı” açısından ele alınacak. Solsuz demokrasi olmaz; ancak solun kendisi belli demokratik değerler ekseninde inşa edilmek kaydıyla. Aslında temel demokratik kriterler sağ için de geçerlidir. Ne var ki, sol ile demokrasi arasındaki ilişki, diğerine göre hem daha yoğun, hem de daha derindir.

Neden ve nasıl? Hatırlatalım.

Örgütlenme modeli yönünden, parti dayanakları bakımından ve fikrî açıdan. Dar kadrolarla sınırlı sayıda üyeli, sürekli faaliyet yerine esnek örgütlenme modeli, kadro partileri olarak; geniş üyelik, sürekli etkinlik ve demokratik işleyişin belirleyici olduğu üyelik ise, kitle partileri şeklinde tanımlanır.

Üyelik profili de farklı. Serbest meslek mensupları ve işverenler, daha çok sağ partilerin; emekçiler, dar gelirliler ve işçi sendikaları, sol partilerin üyelik tabanını oluşturur.

Tabii ki, asıl fark ideolojik: liberal öğreti sağı, sosyalist öğreti solu esinlemiştir. Birincisi özgürlüğe, ikincisi ise eşitliğe vurgu yapar. Sağ, var olan toplumsal yapıyı korumayı, yani mevcut düzeni sürdürmeyi; ikincisi, değiştirmeyi, özgürleştirmeyi, eşitlemeyi hedefler. “Siyasal demokrasi”, sağ için yeterlidir; sol ise, yönetimi hem katılımcı kılmayı, hem de yaygınlaştırmayı hedefler. Biri muhafaza etmeyi, öteki değiştirmeyi, ilerletmeyi, yenilemeyi, düzeltimi… Sağ, girişim özgürlüğü, siyasal haklar ve din özgürlüğü başta gelmek üzere klasik kişi özgürlükleriyle yetindiği halde; sosyal ve kültürel hakları da kapsamına alan geniş bir özgürlükler demeti, sol için vazgeçilmezdir. (…)

Bu ayrışmada, sürekli sorgulama ve tartışmaların fikrî derinliği, solun varlık nedenini oluşturur. Örneğin özgürlüklerin gelişmeci özelliği ışığında, “çevre, barış ve gelişme hakkı” ekseninde III. kuşak haklar, siyasal yelpazede, sol sarkaçlıdır.

XXI. yüzyılda insan hakları, bir bütün olarak ve herkes için geçerli değerler sistemi özelliğiyle bir öğreti düzeyine çıkmıştır. Bu, şunu ifade eder: liberalizm esinli partiler ile sosyalizm esinli partilerde XX. yüzyılın ikinci yarısında tanık olunan -ve birbirine doğru yönelimi ifade eden- değişmeler, XXI. yüzyılda ideolojik yönden yeniden şekilleneceğe benziyor. Bu da insan hakları ideolojisi ve biliminden başka bir şey değildir. Bir toplumsal değer sistemi olarak insan hakları, demokratik siyasal sistemin toplumsal alt yapısıdır.

Siyasal toplumun “eklemlenme yeri” olarak siyasal partiler, insan hakları öğretisi ışığında yapılanmayla yeni bir iktidar anlayışını yansıtma konumunda.

Türkiye’de demokrasinin “çocukluk dönemi”nin aşılması, güç ve uzun bir çabayı gerekli kılacak.

Sağ-sol münavebesine dayanması gereken yönetim, Türkiye’de hep sağ eksenli bir işleyiş seyrini yansıtagelmiştir. Hem iktidarda ve hem de muhalefette sağ siyasal partiler, sayı ve seçmen tabanı olarak önde ve ağırlıkta. Sol ise, cılız-dağınık, kendine güvensiz, seçmen tabanı dar, öfkeli ve çaresiz(!).

AKP-CHP örneği… kendi deyimleriyle, “muhafazakâr demokrat” ve “sosyal demokrat” partiler. îktidar-muhalefet ilişkisi, tartışma, kavga, çatışma gibi kavram ve etkinlikler ekseninde somutlaşır. Ne var ki, AKP, daha çok Cumhurbaşkanı ile, Ordu ile, Anayasal kurumlarla, dahası, rejimin kendisi ile (laiklik gibi) kavga ediyor; sürekli olarak kriz çıkarıyor. CHP ise, gündem oluşturmak bir yana, tarafı olmadığı çatışmada, daha çok nokta ataklarla yetinmek zorunda kalıyor. Kavga edicilik yönünden benzerlikler var; ama tarafları farklı: AKP ne denli Anayasal kurumlarla, Cumhuriyet’in temel ilkeleri ile kavga ediyorsa; CHP de kendi içinde didişiyor. İktidar partisinin seçimle belirlenmemiş olan kurumlarla sürekli çatışması karşısında CHP, dengeleyici bir güce bile sahip değil. Bu partinin, demokratik zaafı bir yana, özgürlükler sorunu gündeminde değil…

Demokratik örgütlenme yolu ile solun iktidar alternatifi olabilmesi, sağı demok-ratlaştırma, demokratik aktörler içinde yer almayan (Ordu gibi) kurumları asıl işlevlerine döndürücü, Türkiye demokrasisini engelli olmaktan kurtarıcı ve çocuğu ergenlik dönemine götürücü bir işlev görebilir.

Hatta,Türkiye’nin iki kutuplu bir demokratik yörüngeye oturması, iki kutuplu bir dünyanın oluşumuna bile katkıda bulunabilir.

“Nasıl bir sol siyasal örgütlenme?” sorusunun yanıtı ise haftaya kaldı.

Yoruma kapalı.