“ Demokratikleşmeye hayııırrr! ”

- Devamı için tıklayınız -

Çoğulculuk ve çoğunluk: toplumdaki farklı fikir akımlarının siyasal partiler yoluyla yasama meclisine yansıması ve karar sürecinin çoğunluk kuralına göre işleyişi.

Önce, demokrasinin bu iki kurucu öğesi açısından bakalım siyasal yapımıza: sayısal çoğunluk fazlasıyla mevcut, ama yüzde ıo’luk baraj nedeniyle çoğulculuk eksik.

Bunların, yaşanan bunalım ve rejim üzerinde “zorlama” ve “müdahale”lerle ilişkisi ne? Şöyle: “bütün günah, 1982 Anayasası’nda” deniyor. Oysa, yüzde ıo’luk baraj, Anayasa’ya açıkça aykırı. TBMM, 184 üye ile toplanır ve 139 oy ile barajı kaldırabilir veya düşürebilir; yeter ki demokratikleşme yönünde bir siyasal irade mevcut olsun!

Çoğunluk-çoğulculuk arasındaki kırılma noktasında ortaya çıkan siyasal krizi derinleştiren diğer iki eksiklik: oydaşma ve uzlaşma.

Soralım: AKP ile diğer partiler arasında, rejimin temel ilkeleri üzerinde oydaşma (consensus) var mı? Bunun yokluğuna eklenen demokratik kültür zaafı, siyasal tıkanıklığın uzlaşma yoluyla aşılmasını engelledi.

Risk ve güven ise, demokrasinin diğer iki temel kavramı. Seçimler yoluyla yarışma ve her türlü düşünceye açıklık, riski beraberinde getirse de, güven öğesi ile dengelenir; güven eksiği ise tehlikeyi kamçılar.

Bunlar, oydaşma ve uzlaşma öğeleri ile birlikte düşünüldüğünde, tehlikenin tırmanışı daha kolay anlaşılır; çoğulculuk ve çoğunluk öğeleri de cabası…

Çoğulculuk üzerine örtülen şal nedeniyle, toplumsal azınlık, siyasal çoğunluğa sahip (AKP). Toplumsal çoğunluk (diğer partiler) ile siyasal çoğunluk (AKP) arasında ise, rejimin temel ilkeleri üzerinde oydaşma sorunu var. Güven yokluğu, uzlaşmayı güçleştirirken, riski de tahrik ediyor…

Halka yöneliş ve “demokratikleşme” söyleminde içtenlik varsa, seçim barajının düşürülmesi, niçin paketin dışında? Neden köklü değişiklik, iktidarı piramidin üst ve dar noktasına (tek kişi) doğru güçlendirme yönünde? Amaç özsel demokrasi mi, yoksa biçimsel olanı kurtarmak mı? “Doğrudan demokratik meşrulukla, CB seçim sürecinde tanık olunan krizlere bir son vermek”, denebilir. Hatta, CB’nin 5+5 yıl için halkın oyuyla doğrudan seçiminin, çözüm getirici bir yenilik olacağı da savunulabilir.

Ne var ki, böyle bir baskın yöntemin götürecekleri, getireceklerinden daha fazla olabilir. Mevcut bunalımın derinleşmesinde, “baskın” yaklaşım belirleyici olmadı mı? Benzer bir yaklaşımın, daha derin bunalımlara yol açma ihtimali bir an için göz ardı edilse bile, demokratikleşmenin bir başka bahara kalma tehlikesi unutulmamalı.

Neden? Çünkü, devletin zirvesi bir kez güçlendirilince, sivil toplum-siyasal toplum, yani çoğul-culuk-çoğunluk ilkeleri arasındaki demokratik kanallar unutulur. 1982 Anayasası’nın öngördüğü siyasal kurumlara bugüne kadar neden dokunulmadı? : güçlü yürütme öngörüldüğü için. Eğer daha da güçlendirilirce, kurumsal reform yapma olasılığı iyice zayıflar.

Şu soru çok önemli: halkın seçeceği CB, hangi yetkilere sahip olmalı? Şu andaki kadarına mı, CB’yi halkın seçtiği birçok parlamenter rejimde olduğu gibi, daha azına mı, yoksa Fransa’da olduğu gibi, daha fazlasına mı? Bunları serinkanlı ve ciddi bir biçimde tartışmalıyız, eğer demokrasinin güven öğesine dayalı, istikrarlı bir yönetim kurmak istiyorsak…

Fransa usulü yarı-başkanlık demek, dile kolay. Ama orada pazar günü halkın kendilerine oy vermek için ikinci kez sandık başına gideceği iki kişinin CB adaylığı, iki yıldır biliniyor.

Biz ise, iki ayda Anayasa ve rejim değişikliği yapacağız, yasama seçimlerini öne alıp yenileyeceğiz, CB’yi de halka seçtireceğiz. Aynı dönemin son iki haftasında, “sandık fukarası” bir ülke halkı, iki ya da dört kez sandık başına götürülecek. Bütün bunlar mümkün mü? Ayrıca, hangi meclisle? Seçim kararı almış bir Meclis, bu denli köklü bir revizyonu yapamamalı. Anayasa m. 77/son’da, seçim kararı alan meclisin göreve devam etmesinin nedeni, yalnızca yasama işlevinin sürekliliğini sağlamak olduğuna göre, köklü reformlar yapmasının meşruluğu tartışılabilir. “Baskın, basanındır” anlayışını süreklileştiren böyle bir zihniyet, olsa olsa “alaturka” olur, ama kesinlikle “â la française” değil.

Aksi halde, henüz içselleştiremediğimiz ço-ğulculuk-çoğunluk, oydaşma-uzlaşma, güven-risk öğelerini tartışmaya sıfırdan başlarız. Bu nedenle, Anayasal reform gereğini bir bütün olarak tartışalım, ama vazgeçilmez iktidar tutkumuzu 1982’nin günahı olarak kamuoyuna yutturmaya yeltenmeyelim.

Yoruma kapalı.