“ “DERİN ANAYASA” İTTİFAKI MI? ”

- Devamı İçin Tıklayınız -

“DERİN ANAYASA” İTTİFAKI MI?

Yüksek bir katılımla gerçekleşen ve dinleyicilerin soru yağmuruna tuttuğu Kafkas Üniversitesindeki “Nasıl bir Anayasa?” konferansı, “İmralı süreci”ne ilişkin sorulara verdiğim yanıtı, “ başkanlık (biri)- özgürlük(diğeri)” beklentisi imasıyla noktalanmıştı ( 1 Mart). Aradan geçen günlerde tanık olunan gelişmeler, özellikle BDP kaynaklı açıklamalar ve son olarak BDP eşbaşkanı G. Kışanak’ın “başkanlık” üzerine sözleri, kaygıları arttırmıyor değil.

“Kişiye özgü başkanlık”

32 maddelik öneri, ne başkanlık ne de “Türk tipi”. Daha çok, kişiye özgü bir düzenleme girişimi. Demokratik bir devletle bağdaşmazlığı bir yana, 1982 Anayasası’na da yabancı bir düzenleme. Eğer mutlaka bir “ulusal model”den söz edilecekse, bu, 1982 Anayasasının, Cumhurbaşkanı (CB) ile Başbakan güdümünde kurduğu erkler ekseninde ortaya çıkan siyasal rejimdir. Gündemdeki öneri ise, AK Parti Başkanına odaklı: 1982’de yer alan denge ve denetim mekanizmalarını bile kaldıran, Meclisi fesih ve kararname yoluyla düzenleme yetkileriyle, yargı organlarını dilediği biçimde oluşturma yetkileriyle donatılan ve parti başkanlığını da sürdüren bir kişinin yönetimi… “Yürütmeye saklı tuttuğu, ama yargısal denetime kapattığı alanlar”, 1982 Anayasası’nın “istisna Anayasa” kısmını oluşturur. Çoğunluk Partisi önerisi ise, bu alanı, başkan uhdesinde genelleştirerek, adeta bir “derin Anayasa” öngörüyor…

Hiçbir ciddi neden yok

Parti kurmayları, yıllar önce dillendirmeye başladı rejim değişikliğini. 2007’de, 367 krizini TBMM başkanı tetikledi. Anayasa değişikliği ile toplantı yeter sayısı, “üçte bir” olarak belirlendi. Bu, krizi önleyen bir çözümdü. Ama bununla yetinilmedi; CB’nin genel oyla seçimi öngörüldü. 11. CB’nin seçimi halkoylaması öncesi yapıldığı için, Anayasa yeniden değiştirildi; ama, artık gerek kalmadığı halde, CB’nin genel genel oyla seçimine dokunulmadı…

Şimdi, “kişi-başkan” modelini savunanlar, Anayasa ve siyaset bilimi düzleminde tartışılabilecek tek bir gerekçe öne sürebiliyor: 2014 senaryosu. Nedir bu? CB ve Hükümet arasındaki olası çatışma, yani Fransa’da iki kez yaşanan “cohabitation” sorunu.

Gerçi olasılıklar hesaba katılarak rejim değişikliği yapılmaz ama, bu ciddiye alınacak olursa, şu öneri çok daha gerçekçi: Anayasa değişikliği veya yeni Anayasa ile, 2007 öncesine dönmek. Hatta, bu vesileyle CB’nin yetkilerini azaltarak parlamenter rejim çerçevesine yaklaşmak.

Bazıları, 2007 değişikliğinin %68 oy oranıyla kotarıldığını öne sürmekte. Halkın onayı, yeni bir değişikliğe engel oluşturmadığı gibi, önerilen yönde bir düzenleme, daha yüksek oy oranıyla kabul görür. Bu nedenle, “kişiye özgü modeli” savunanlar, “önceki düzenlemeler, rejim değişikliğine giden yolu döşemek için yapıldı” itirafında bulunmadığı sürece inandırıcı olamazlar…

Kürtler, demokrasi istemiyor mu?

Kürt sorunu ile başkanlık rejimi arasında bir ilişki bulunmadığı açık. Güncel sürecin, mevcut rejim çerçevesinde cereyan ediyor olması, bunun kanıtı değil mi? Kurulmak istenen yapay ilişki bir yana, savunucuları çelişkiler yumağı içinde: “ileri demokrasi” veya “yeni Türkiye” diyenler, başkanlık ile “hangi demokrasi ve Türkiye” nitelemesi yapacak?

Gerçeğe dönelim: Türkiye’nin barışa ihtiyacı ile yaşam hakkının vazgeçilmezliği arasındaki ayrılmaz bağ, sürecin karşılıklı beklentiye girmeden yürütülmesini gerekli kılar. Aksi halde, kişisel çıkar ve beklentilerden hareketle oluşturulacak ateşkes ortamı eğreti kalır. Dahası, bugünkü ortamdan beterine sürüklenmek de olası. Devletin istihbarat örgütü, bölgede “teyakkuz halinde” bulunan diğer örgütün potansiyel gücünden haberdar olmalı.

Kişisel pazarlıklar sonucu kotarılacak yurttaşlık kimliği veya adem-i merkeziyet, “münbit dinselleşme zemini”nde ne anlam ifade eder? Eğer, “demokratik cumhuriyet” içten bir söylem ise, bunun sacayağı birbirinden ayrılamaz: “yurttaşlık-eşitlik-laiklik”.

Sonuç olarak, BDP, gözlerini başkana değil, demokrasiye çevirirlerse, sadece kendileri değil, Türkiye kazanır.

Yoruma kapalı.