“ Ekolojik adalette anayasanın payı ”

- Devamı için tıklayınız -

Haziran 1972 BM Çevre ve Gelişme Konferansı ardından yayımlanan Stockholm Bildirgesi, “çevre hakkı”nı dünya gündemine taşıdı. On yıl sonra, Dünya Doğa Şartı kabul edildi. 1992’de ise, gözler Rio Zirve-si’nde idi. Elde edilen sonuç, umulanın gerisinde kalmış olsa da, diğerleri arasında, Biyolojik Çeşitlilik ve İklim Değişikliği Sözleşmeleri kayda değer.

‘9o’lı yıllar, gerek uluslararası ölçekte (BM), gerek devletler düzleminde (anayasalar), çevre hakkı açısından adeta bir umut on yılı oldu. Avrupa Mahkemesi (İHAM), 1994’te ilk kez çevre hakkını kararında kullandı. İnsan Hakları (İH) öğretisinde, “egosantrik” (insan merkezli) İH” anlayışından “ekosantrik” (çevre merkezli) IH” anlayışına geçiş tartışıldı…

Çevresel felakete yol açan deniz kazaları, aynı yıllara rastladı: Amerika’da, Avrupa’da ve bizde. “Erika” adlı petrol taşıyan geminin 12 Aralık 1999’da Fransa’nın Atlantik kıyısında devrilerek yol açtığı çevresel felaketin 8 yıldır görülen davası, 8 gün önce karara bağlandı. Birçok ilki yansıtan Paris Asliye Ceza Mahkemesi kararı, çevre hukukunda yeni bir sayfa açtı; zira, “ekolojik zarar” kavramı, yargı kararı yoluyla pozitif hukuka girmiş oldu; hem de çevre korumasının gerilediği bir dönemde.

Şöyle ki; insanoğlu 2000’li yıllara çevresel güvenlik sorunu ile girmiş ise de, geçen yüzyılın son on yıllarında tanık olunan hukukî ilerleme, yerini XXI. yüzyılın başında -en azından uluslararası ölçekte- duraklamaya, bazen de gerilemeye bıraktı. BM tarafından on yılda bir gerçekleştirilen dünya zirvesi olarak Jo-hannesbourg 2002’den bellekte kalan ne? Hâlâ, İklim Değişikliği Sözleşmesi’ni onaylamamakta direnen devletlere ne demeli?

Ancak bu olumsuzluk, ulusal düzenlemelerde geriye gidiş dalgasının genel olduğu anlamına gelmiyor. Fransa örneği, çevre hakkının anayasalaştırılması konusunda olumlu bir gelişmeyi sergiler. 1789 İnsan ve Yurttaş hakları Bildirgesi dışında hak ve özgürlükleri ayrı bir liste olarak düzenlemeyen Fransa, çevre korumasına ilişkin düzenlemeleri ve çevre hakkının boyutlarını düzenleyen “Çevre Şartı”nı Anayasa’ya ekledi (2005).

Adı geçen mahkeme kararında, bu Anayasal Şart referans alındı. Karar, hangi açılardan önemli? Dava ehliyeti bakımından: Mahkemeye göre, “belli bir yeryüzü parçasını çevresel bakımdan koruma, işletme ve muhafaza sorumluluğunu yasal yetkiyle üstlenen alan toplulukları, bu alan üzerinde çevrede yol açılan zararın giderimini isteyebilir”. Yine, çevre dernekleri de, çevreye verilen zararın karşılanmasını talep edebilir.

Sorumluluk bakımından: Karar, felâkete neden olan aktörler bütününü kapsıyor. Deniz taşımacısı firma Total’den başlayıp gemi sahibi ve gemi işleticisine kadar, petrol taşımacılığı sertifikası veren RİNA şirketini de ihmal etmeksizin. Total, “ihtiyatsızlık ve tedbirsizlikle suçlandı. Yargıçlara göre, bu gemi mevcut haliyle denize asla açılmamalıydı. Tanker, 1975’te inşa edilmişti. Taşıdığı 30 bin 884 ton petrolün 20 bin tonu denize döküldü. Kirletilen 400 km.lik kıyı alanını temizlemek için, 600 milyon avro harcandı.

Gemi sahibi ve işleticisi, -deniz güvenliği bakımından tehlike oluşturacağını öngörebilir oldukları halde-, bakım masraflarından bilerek ve birlikte hareket ederek kaçındı. İtalyan şirketi RİNA ise, ticarî kaygılarla alelacele seyrüsefer iznini yeniledi. “Nitelikli bir kusur var” burada mahkemeye göre.

Mahkeme, kirletme suçu nedeniyle hepsini, -hapis dışında- en ağır cezalara çarptırdı. Neden olunan zararlar karşılığı, müdahiller yararına 192 milyon avro ödemeye mahkûm edildiler. Mahkeme, 350 sayfalık kararıyla, iki belirgin yeniliğe imza atıyor: Öncelikle, “çevreye verilen zarar” kavramını tanıyan yargı, anayasal bir ilkeyi uygulamaya geçiriyor. Çevre Şartı’na göre, “herkes, çevrede yol açtığı zararın giderimine katkıda bulunmakla yükümlüdür” (Madde: 4). İkinci yenilik, ilgili uluslararası belgeler ışığında sorumluluk halkasını paylaştırmak suretiyle, “kirleten, öder” ilkesini uygulamış oluyor…

Bu yargı kararına karşı temyiz yolunun kullanılıp kullanılmayacağı henüz belli değil. Ama şimdiden bu kararın, Avrupa ölçeğinde çevre kazalarının önlenmesine yönelik kuralların konmasını hızlandırması temenni ediliyor.

Ya Türkiye? Şimdilik kaydıyla: Çevre kazası dahil, bilerek ve isteyerek alınan kararlar ve uygulanan politikalar nedeniyle çok yönlü çevresel tehdit altında bulunan ülkemizde, “sivil anayasa” operasyonuyla, “temiz ve sağlıklı çevre” hedefi bir yana, 1982’nin haklar bakımından başlıca kazanımı olan “çevre hakkf’nın kendisi “temizlenme” yolunda…

Yoruma kapalı.