“ 'Hain' politikacı, 'Düşman'yurttaş... ”

- Devamı için tıklayınız -

3 Kasım 2002 seçimleri sonucunda TBMM’ye yansıyan iki partili oluşum, ilk iş olarak Ana-yasa’yı değiştirdi; amaç, sayın Erdoğan’ın milletvekili seçilmesini sağlamaktı. Amaca ulaşıldı: İstanbul’da mukim olup, seçilme yeterliliğine kavuşan yurttaş sıfatıyla, Siirt aktarmalı da olsa, Ankara’ya ulaştı.

Çoğunluk partisi AKP, zaman zaman Anayasa değişikliği girişiminde bulundu: ı’i başarısızlıkla sonuçlanan, 2’si birer madde ile sınırlı 4 Anayasa değişikliği. Anayasal kurumlar dengesine yönelik kapsamlı bir değişiklik ise, hiç gündeme gelmedi.

Türkiye, ‘yı, Cumhurbaşkanı (CB) seçimi ve erken seçim tartışmaları ile tamamladı. Erken seçim yanlılarının gerekçesi: “CB’yi 5. yılını doldurmakta olan TBMM değil, yeni Meclis seçsin” yönünde idi. Üstelik, 22. dönemin oluşum tarzı, -oyların yüzde 45’inin temsil dışı kalması dolayısıyla- “en az demokratik” olup; yeni Meclis’in seçmesi, güçlü bir gerekçeye dayanıyordu: “demokratik meşruiyet”.

Bir nokta daha var: 1961 Anayasası Meclis’in görev süresini 4 yıl olarak öngördüğü halde, 1982’nin bu süreyi 5 yıl olarak belirlemesi, “daha az demokrasi” halkasının uzantısı. Gerçekten, 1983 seçiminden itibaren hiçbir Meclis, 5 yıllık görev süresini tamamlayamadı. Buna, ANAP’ın çoğunluk elde ettiği 83 ve 87 seçimleri de dâhil. Bu nedenle TBMM, her defasında seçimleri öne aldı.

Bunun anlamı şu: ülkemizin Anayasal yapısı ve siyasal güç dengeleri açısından, 5 yıl fazla uzun, 4 yıl ise makul. Anayasal düzenleme ve siyasal realite arasındaki farklılık nedeniyle, bu yönde sıkça Anayasa değişikliği önerisi yapıldı.

AKP ise, 5 yıllık süreyi tamamlama kararlılığını her vesileyle kamuoyuna yansıttı. Kendince haklı nedenleri de vardı: oy veren seçmenlerin azlığı ile (1/3) sağlanmış olsa da; TBMM’de çok partili dönemde hiçbir partinin elde edemediği yüksek çoğunluk (2/3).

AKP kurmayları, seçimlere sürekli karşı çıkarken, iki şeyi hesap edemedi: 5 yıllık süre ile Türkiye’nin koşulları arasındaki uyumsuzluğa, kurulu rejim üzerindeki oydaşma (consensus) sorunu da eklenince, Başbakan, erken seçim isteyenleri “vatana ihanef’le suçlama noktasına vardı.

Erken seçim istekleri geri teptikçe, CB seçimi tartışması, adeta ‘yı 2007’ye bağlayan halka halini aldı. 367 düğümü, görünürdeki Anayasal halka olsa da; taraflar (AKP ve CHP) uzlaşma bir yana, kılıçları çekerek, tartışmayı bir tek kişinin Çankaya’ya çıkıp çıkamayacağı düellosuna çevirdi. 367 ise, aslında, bu düellonun ortadan kaldırdığı uzlaşma zemininin görünen kısmı idi.

Konunun Anayasa Mahkemesi’ne taşınmasında, iki siyasal tarafın kozlarının, yani “sayısal silah’Ma “hukuksal silah”ın birbirine zıt yönlere doğrultulması etkili oldu.

Gece yarısı “e-muhtıra”sı ise, her iki silahı gölgede bıraktı. Muhtıra’nın demokratik rejime ve işleyişine müdahale olduğunda kuşku yok. Lâiklik adına konulmuş olması dahi, hiçbir biçimde, onu haklı ve meşru kılmaz. Ne var ki, lâiklik adına verilen muhtıranın ırkçı bir yaklaşımı da yansıtması, konunun vahametini katmerli hale getirdi: “Ne mutlu Türküm diyene!” anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır”.

Bir kez, lâiklik, ırkçılıkla çelişir. Sonra, “yurttaşlık” statüsü: cumhuriyet ve ulus-devlet, ırkçılığı dışlar. Düşman ülkeleri bile böyle bir nitelendirmeye tâbi tutamadığımız günümüzde, kendini farklı kökene ait hisseden, devlete “soy” bağı ile değil, “yurt” bağı ile (yurttaş) bağlı olan bireyleri TSK’nin düşmanı olarak görmenin anlamı ne?

Ve yeni sayfa: CB seçimindeki başarısızlık, erken seçim kararı ve sonrasında CB’yi halka seçtirme yönünde Anayasa değişikliği. Demokrasi adına başlatılan sürecin amacı belli: göreve başlayınca ilk işi, bir kişiyi bünyesine almak için Anayasa değişikliği yapmak olan TBMM’nin giderayak son işi, kendi bünyesindeki bir başka kişiyi devletin başına oturtmaya yönelik bir başka Anayasa değişikliği oldu. Üstelik, Anayasal ve siyasal zorlamalarla, alelacele, telâş ve panikle…

İş işten geçtikten sonra olsa da, öne alınmış bir seçim, “vatana ihanet” nitelemesini hayli esnetmiş oldu. Hatta, bir paylaşımdan bile söz edilebilir. Fakat, “iç düşman” yaftası, yurttaşın omzunda…

Amaç, demokrasi ve lâikliği ilerletmek olsaydı, “hain” ve “düşman” söylemlerinin bunlarla bağdaşmazlığı bin kez vurgulanabilirdi. Ama görünen, “demokrasi” ve “lâiklik” adına, sahip olunan iktidarı ne pahasına olursa olsun pekiştirmek olduğuna göre; bunları “hukuk devleti” bağlamında tartışmanın da pek fazla anlamı yok…

“Çifte kavrulmuş” Demokrasi…

16 Mayıs 2007

«16 Nisan-16 Mayıs 2007… Anayasa ve demokrasi açısından yoğun bir zaman dilimi. Ama geride kalmadı; çünkü, tanık olunan olaylar zinciri, seçimlere kadar, hatta sonraki aylar ve yıllarda da devam edecek gibi…

Cumhurbaşkanlığı (CB) seçimine özgülenen bir aylık takvimde, CB’nin seçilmesi yerine, Anayasa’yı zorlayan ve demokratik olmayan birçok eylem ve işleme tanık olundu: Genelkurmay “e-muhtıra” verdi; AYM de devreye girdi; iki kez münfesih duruma düşen TBMM, iki kez Anayasa değişikliği yaptı; üstelik, biri gerekçesiz. Kısacası, yapılması gerekenle, yapılmaması gerekenler tamamen ters yüz edildi. Bu yazıda, söz konusu süreç üzerine bazı saptamalarla yetinilecek.

TBMM, genel seçimin yenilenmesine ve seçimin 22 Temmuz Pazar günü yapılmasına karar verdi (3 Mayıs). Sonucu beklenmeksizin, CB seçim takviminin tam ortasında verilen karardan birkaç gün sonraki oylamada da (9 Mayıs) yeterli sayı sağlanamayınca, tek aday A. Gül’ün çekilmesi üzerine, Anayasa gereği seçimlerin derhal yenilenme süreci başladı. Böylece, bir hafta içerisinde TBMM, doğrudan ve dolaylı irade ile kendini iki kez feshetmiş oldu.

10 Mayıs’ta ise, “türev kurucu iktidar” sıfatıyla TBMM, iki Anayasa değişikliği kabul etti:

5660 no.lu Kanun: Yasamanın görev süresinin 5 yıldan 4 yıla indirilmesi ve toplantı yeter sayısının 1/3 olarak genelleştirilmesi yanında, asıl yenilik, CB’nin “halk tarafından seçilmesi”. Bunlar, 376 oyla kabul edildi. Anayasa Komisyonu gerekçesi, yetersiz ve adeta yasak savma şeklinde çiziktirilmiş satırlardan ibaret. Karşı oy gerekçeleri ise, daha dolgun.

5659 no.lu Kanun, “bağımsız adayların birleşik oy pusulasında yer alması”na ilişkin: seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde yapılacak seçimlerde uygulanmayacağına yönelik Anayasal hükmün (m. 67/son), bu değişiklik açısından 22 Temmuz seçimlerinde geçerli olmayacağı öngörüldü. Değişiklik, AKP’ye CHP’li-lerin de desteği ile, 427 oyla kabul edildi. (Ancak benzer istisna, seçilme yaşını 25’e indiren düzenleme için yapılmadı). Anlaşılan, CB seçim tarzı dahil, özellikle cumhuriyet ve lâiklik olmak üzere birçok konuda yaşanan AKP-CHP zıtlaşması, yerini “uzlaşma”ya bırakmış; gerekçe yazmaya bile cesaret edemeden…

Tüm bunların anlamı ne?

Yenileme mi, fesih mi? Seçimlerin yenilenmesi, karşılaştırmalı Anayasa Hukukunda meclisin feshi demek. Ancak, Osmanlı’dan bu yana Anayasal deneyim ve geleneğimizin etkisiyle, bizde “fesih” yerine “yenilenme” kavramı kullanılır; “gerçekte seçimi yenileme de bir fesihtir, ancak hemen değil de… yeni meclisin seçilmesi ile etkisini gösterecek olan … geciktirici süreye bağlanmış (terme suspensif) bir fesihtir”. (T. Karamustafaoğlu, Yasama Meclislerini Fesih Hakkı, Ank., 1982, s. 204). Münfesih bir Meclisin, -üstelik rejim değişikliğine yol açabilecek- türev kurucu iktidar yetkisini kullanması ise, daha ciddi bir hukukî sorun…

CB’yi kim seçmeli? Halka seçtirmek, uzunca tartışılması gereken bir tercih. Bunu bastına usul ise, demokratik hedefi gölgelemiş, sıkıntılı ve belirsiz bir süreç başlatmıştır. TBMM’nin kendini demokratikleştirme yerine böyle bir zorlamaya gitmesi, olsa olsa diğer kurumları ve Anayasa’yı yenileme gereksinimini ört bas etmeye yarar.

Birleşik oy pusulasının anlamı ne? Gerekçe yokluğu nedeniyle, kanundan anlaşılmasa da, görünürdeki amaç açık: bağımsız adaylar yoluyla yüzde 10 barajını aşmaya karar veren DTP’nin TBMM’ye girişini anti-demokratik yolla engellemek… Oysa yapılış nedenini açıklayan gerekçe, “hukuk devleti”nde her resmî işlemin zorunlu bir öğesi. Bu nedenle, gerekçesiz Anayasa değişikliği, işlemi şekil bakımından da tartışmalı hale getirir.

Kısacası, yüzde ıo’luk seçim engelini ve ittifak yasağını sürdürme yönünde “örtülü bir ittifak” içinde bulunan AKP ve CHP, bu kez “açık bir uzlaşma” ile, Anayasa ve hukuku, demokrasiyi bloke etmenin aracı olarak kullanmakta sakınca görmedi; üstelik, gerekçeye bile gerek duymaksızın ve Anayasa m. 67/son’daki yasaklayıcı kuralı eleğe çevirerek… (Oysa, fıkranın konuş amacı, sayısal çoğunluklarından yararlanarak partilerin, seçimler öncesinde mevzuat üzerinde kendi lehlerine oynama yolunu kapatmaktı).

Özet: Çifte münfesih bir Meclis, çifte Anayasa değişikliği, çifte demokrasi engeli ve bu hedefte AKP-CHP çifte ittifakı. Oh ne âlâ, “çifte kavrulmuş demokrasi”. Ve Türkiyeli demokratlara, iyi seyirler…

Yoruma kapalı.