“ Hakemlik, AYM’nin tarihi görevi... ”

- Devamı için tıklayınız -

Türkiye, yaklaşık 15 aydır sürekli kriz halinde. İktisadî mi, siyasî mi? Kuşkusuz her ikisi ama, ilkini uzmanlarına bırakıyorum. Siyasal bunalım o denli derin ki, sürekli “anayasal darbe” şeklinde de nitelenebilir. Siyasal aktörler, çok yönlü krizin yaratıcıları olsalar da, çözücüsü olmaktan uzaklar. Zaten ne o yönde kararlı bir iradeye sahipler, ne de çapları buna yeterli.

Anayasal demokrasi mecrasına dönüşte, belirleyici konuma sahip bir tek kurum var: Anayasa Mahkemesi (AYM). Neden ve nasıl?

İkili işlev: AYM’lerin varlık nedeni, şu iki işlevle özdeş: insan haklarının korunması (bekçilik) ve anayasal kurumlar dengesinin sağlanması (hakemlik). Bizde AYM, ikinci işlevini dolaylı bir biçimde yerine getirir. Şöyle ki; farklı devlet organları arasındaki yetki paylaşımı veya uyuşmazlığında AYM, Avrupalı muadillerinin sahip olduğu hakemlik görevi ile donatılmış değil. Siyasal partiler üzerinde kullandığı denetim yetkisi ise, rejim içi ve rejim dışı olmak üzere, AYM’nin iki boyutlu hakemlik görevini pekiştirmiş bulunuyor.

“Lâiklik koruyuculuğu”, cumhuriyetin özü; ulusal birlik ve bölünmezlik vurgusu ise, devlet biçimi olarak “üniter yapı muhafızlığı” şeklinde belirtilebilir. İlkinde, devlet işlerini dinsel referans dışında tutma işlevi; ikincisinde ise, merkez-çevre ilişkisinde merkezi kollama kaygısı baskın. Hatta çoğu zaman, hakemlikten çok, taraf tutma eğilimi belirgin. Gerçi bu, sadece bize özgü değil. Mesela İtalya AYM, Roma Parlamentosu ile Bölge Meclisleri arasımdaki yetki uyuşmazlığında merkezi kollar.

Üçlü açılım: AYM önündeki iki “parti davası”, AYM’ye çifte hakemlik görevi yüklüyor. AKP davasını “lâiklik”, DTP’ninkini, “üniter yapı” damgalayacak.

Aşamalı bir şekilde son yirmi yılda atılan üç adımı hatırlayalım: İnsan haklarında anayasal güvenceler, Avrupa açılımı ve uluslararasılaşma süreci. Eğer AYM, bu çerçevede karar verirse, sadece güncel siyasal çatışmaları barışlandırma işlevini yerine getirmiş olmayacak; aynı zamanda, “insan haklarına dayanan demokratik ve lâik cumhuriyet”in yol haritasını çizebilecek. Anılan üçlü açılımın ilerisine geçerek, “devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü”nü yeni anayasa arayışı ve iç barış ereğinde yorumlarsa, “birlikte yaşam”ın anayasal eksenine katkı sağlayacak.

Gerek üçlü adımla erişilen ileri standart, gerekse yaptırım konusunda getirilen ölçülülük ilkesi, AYM’nin takdir yetkisini özgürlükler lehine daralttı. Ama yine de, AYM oldukça yetkili.

Hatta AYM’nin parti kapatma konusundaki takdir yetkisi, Anayasa değişikliği üzerinde kullandığı denetim yetkisinden (örnek, “türban kararı”) daha geniş. Bu nedenle, kapatma durumunda dahi, türban kararı kadar eleştiri almayacak. Ama, yine de kapatılmamalı. Niçin?

Çünkü, seçeneği var: Her iki parti için de, kapatma yerine, m. 69’a göre, “Devlet yardımından yoksun bırakma” kararı verilmesi, 4 açıdan güçlü gerekçelere dayandırılabilir:

Anayasa’da belirlenen “odak haline gelme koşulları”nı kanıtlamak, kolay değil.

Üstelik, “odak olma”, artık “malî yardımdan mahrumiyet” seçeneği ışığında değerlendirilmeli;

Özellikle, “odak olma” için, “demokratik toplumda zorunluluk” kriteri de uygulanmalı.

AKP lehine önemli bir gelişme daha var: Türbanı serbest bırakan Anayasa m. 42 değişikliği lâiklik ilkesi temelinde iptal edildiğine göre, anayasal düzenleme etkisiz kalmıştır. Bu nedenle davanın dayanaklarından biri ortadan kalkmış bulunuyor. Bu öğe, olası bir İHAM denetiminde de AKP lehine…

Bu hukukî nedenler yanında, “demokratik gerekler” de, AYM’nin kapatma kararını vermesini zorlaştırır. Çünkü AYM, tarihinde hiç bu denli ağır ve önemli bir misyon üstlenmemişti. Hatta Anayasa Mahkemeleri tarihinde bir ilk. Dış uyarılar ve her iki partinin kapatılmayı adeta kolaylaştırıcı çapraz baskısı karşısındaki AYM’nin, siyaseti hukuk yoluyla barışlandırma görevi, kendi saygınlığı açısından da önemli bir fırsat.

Gerekçe bağlayıcı: Bağlayıcı nitelik taşıyan gerekçe, böyle bir kararın iskeleti. Bu özellik, kapatma yerine diğer yaptırımı uygulama konusunda AYM’yi rahatlatan bir durum. Çünkü, ayrıntılı gerekçesinde, her iki partinin hukukî varlığına hangi koşullarda izin verdiğini açıklayabilir. Yani bir tür, partilerin uymakla yükümlü oldukları ülke geleceğinin siyasal haritasını çizebilir.

Kuşkusuz öyle bir karar, karşılaştırmalı anayasa yargısındaki yerini alır; hatta Türkiye’ye, futbolda yarıfinallerden daha büyük bir prestij sağlar. Üstelik, kazanma durumunda insan yaşamına kıyan ilkeller de sahneye çıkamayacak…

Yoruma kapalı.