HANGİ “DEMOKRASİ” ANLAYIŞI ?

HANGİ “DEMOKRASİ” ANLAYIŞI?

İçerikten çok propagandası ile haftalardır Türkiye gündemini kaplayan paketin sunuluşuna da, yine yan konular damgasını vurdu. Başbakan, konuşma süresinin yaklaşık dörtte üçünü tanıtım ve Cumhuriyet üzerine, muhalefete ilişkin düşünce ve gözlemlerine ayırdı. Gazeteler ve köşe yazarları, daha çok, konuşmanın 1/4’ü üzerine yazıyor ve fikir yürütüyor. Öyle ki, demokrasi ile doğrudan bağlantılı olmayan konular bile, demokratik adımlar hanesine yazılıyor. Mesela, “kişisel veriler”in korunması, 2010 Anayasa değişikliği sırasında Anayasa md. 20’ye yapılan eklemenin gereğinin 4 yıl gecikmeyle yerine getirilmesi sadece.

Bu yazıda, öncelikle pakete ve açıklanışına hâkim olan zihniyet bakımından öne çıkan öğeler üzerinde durulacak.

Cumhuriyet-demokrasi saptamaları: Atatürk, demedi veya diyemedi; Gazi M. Kemal adıyla, Cumhuriyet’in kazanımlarına vurgu yapmadan değindi.

Menderes dönemi için “tıkır tıkır işleyen demokrasi” şeklinde, ak-kara yaklaşımı sergiledi.

Özal da, demokrasinin ilerletilmesinden payını aldı.

Erbakan ise, neredeyse, demokrasi kahramanı ilan edildi.

Dahası, kendi dönemi, bütün olumlu adımların başlangıç eşiği olarak kabul edildi. O kadar ileriye gidildi ki, Türkçe dışındaki dil ve lehçelerin öğrenilmesi ve bu dillerde yayın yapılması, 3 Ağustos 2002 günlü 3. uyum paketi ile (DSP-MHP ve ANAP koalisyonu) tanındığı halde, AK Parti’ye mal edildi.

Bir yandan, kendisi ve adı geçen kişilerin, M. Kemal ve arkadaşlarının temelini attığı kurumlar sayesinde “siyasal dönüşüm” yoluyla devletin üst makamlarına tırmanabildiği unutturulmaya çalışıldı. Öte yandan, 1950’lerin 2. yarısının Anayasa’ya aykırı baskıcı düzenleme ve uygulamaları (Menderes); siyasal hakların iadesi için 1987 referandumu (Özal); Partisi İHAM tarafından demokrasi karşıtı ilan edilen (Erbakan) göz ardı edilince; gündemi, kendinden menkul bir demokrasi söylemi veya anlayışı damgaladı.

Refah Partisi neden kapatıldı ve lideri Erbakan politikadan neden yasaklandı? Parti ve liderince ortaya konulan siyasal program ve uygulamanın (İslâm’ın belli anlaşılış şeklinin) demokrasi (Avrupaî şekli) ile bağdaşmazlığı nedeniyle. Bunlar, kısaca: 1) Dine dayalı çok hukuklu sistem; 2) Şiddet söylemi ve dinsel cihad; 3) Parti’nin müstakbel iktidar adayı olması. Demokrasi kahramanı ilan edilen Erbakan ve Partisi, sadece Avrupa Mahkemesi (İHAM) tarafından mahkûm edilmedi; AKP tarafından da dışlandı…

Tarihi tek yanlı okumak, neleri gölgeliyor? Türkiye’nin ihtiyaç ve beklentilerini, yeni anayasa hedefini, sürekli musalla taşında tutulan yürürlükteki Anayasa’nın kazanımlarını… Yapılabilecekler ve açıklananlar karşılaştırıldığında, AK Parti’nin demokrasi standardının 1982 Anayasası’nın gerisinde kaldığı açıkça görülebilir.

Geçmişe dönük demokratik okuma ile geleceğe yönelik söylem koşutluğu, dikkatten kaçmıyor: “Demokrasi paketi” açıklandığı esnada muhalefete yüklenilmesi; “yaşam tarzı”na partisel ve kişisel kefalet(!); üzerinde uzlaşma sağlanan 59. madde için “haydi gelin oylayalım” şeklinde meydan okuma…

Ve düşünce özgürlüğü adına “kayda değer”! tek açılım: % 10 barajın üçlü seçenek dahilinde tartışmaya açılması. (Hatırlayalım: AKP, 11 yıldır tartışılmasına bile sürekli karşı çıktı).

Çelişkili ya da anlamakta güçlük çektiğim husus: Propaganda ve paketin pazarlanmasında çok başarılı olan bir Parti’nin, “% 10 barajı biz koymadık” savunması karşısında, “yoksa muhatapların zekâsını mı vasatın altında görüyor?” diye sormaktan kendini alamıyor insan.

Paket ne getiriyor? Bu soru ayrıca ele alınacak, ama bir kırılma açıkça dikkat çekiyor: Türkiye’nin uluslararası yükümlülükleri ve Avrupa mekânı yokluğu. Bu yaklaşım tarzı, “Türkiye’ye dışarıdan bakış” parametresini yansıtıyor. Bunun açık kanıtı, son üç yılda üç Magrep ülkesinde bile Türkiye imajının giderek ne denli zedelendiğini bizzat gözlemiş olmam…

Onlar ne kadar ileri ki? demeyin. Bir örnekle bitireyim: Geçen cumartesi, Rabat’ta “İnsan Hakları Millî Komisyonu”nda, Anayasa Mahkemesi Kuruluş yasa taslağını tartışırken, belleğim ilkin on yıl öncesi Ankarası’na kaydı: İnsan Hakları Danışma Kurulu (İHDK) yoluyla insan haklarının ilerletilmesine katkıda bulunma çabamız karşılığı ödediğimiz ağır bedeller. Sonra, demokratikleşme paketine: Paketin açıklanmasına bir gün kala bile, içeriği konusunda yazı-tura atılmaya devam ediliyor olması… Acaba, Türkiye Cumhuriyeti mi Fas Krallığı’nın gerisinde, yoksa kendini demokrasi şampiyonu ilan eden iktidar Partisi mi 1982 Anayasası’nın bile gerisinde?

Yoruma kapalı.