HANGİSİ ÖNGÖRÜLEBİLİR?

HANGİSİ ÖNGÖRÜLEBİLİR?

Karla kaplı Ankara sabahında uyanmak, son bir haftanın dalgalanma ve olayları karşısında tek umut verici olayı, doğal olsa da.

Siyasal olaylar için, artık “tek adam yönetim” yanlılarınca da dillendirilmeye başlanan öngürülmezlik yakınması ne ölçüde haklı?

Meteoroloji verileri, kar yağışını öngörülebilir kılıyor.

Ya siyasal ve hukuk dışı olaylar?

Sadece son hafta:

  • Danıştay: Belediyelerin yönetici atama yetkisine müdahale (16 Mart).
  • TBMM: Ö. F. Gergerlioğlu’nun vekilliğinin düşürme (17 Mart).
  • Yargıtay C. Başsavcısı: HDP’yi kapatma iddianamesi ve yüzlerce mensubuna siyaset yasağı talebi (17 Mart).
  • Vakıflar Gn. Md.: Gezi Parkı mülkiyetini İBB’den alarak varlığı bile meçhul bir Vakfa geçirdi (19 Mart).
  • CB kararı: İstanbul Sözleşmesi feshi (20 Mart gecesi).
  • CB kararı: Merkez Bankası Başkanı’nı görevden alma (20 Mart gecesi).
  • AYM: O. Kavala-2 kararı. Uzun tutukluluk ihlal iddiası 7’ye karşı 8 oyla reddedildi (23 Mart).
  • (…)

”NE GÜVEN NE DE İSTİKRAR”

Kar var, ama ne kural, ne kurul ne de kurum var. Bu nedenle, hükümette revizyon olacak; bakanlar kurulunda değişiklikler yapılacak gibi sözlerin, hukuki karşılığı yok. Çünkü ne bakanlar kurulu var ne de hükümet.  Sadece CB talimatları doğrultusunda hareket eden bakanlar var; çekilme hakları bile kuşkulu olan.

Bakanlar kurulu veya hükümet kavramlarını kullanma nedeni, bilgisizlik mi yoksa bunlara duyulan ihtiyaç mı? Ya kurallar? Merkez Bankası Başkanı’nın görevden alınması için geçerli değil mi? Boşuna sorular: 2017  Anayasa kurgusunun özü:  kişisel tercihleri kuralların önüne geçirmek (monokrasi).

Bu gerçek görülmedikçe, her sabah karanlıkta alınan ve ülkenin geleceğini giderek karartan kararlarla uyanma riski artacak. “ Devleti ve hükümet yetkilerinin parti başkanında”da toplandığı bir ülkede, ne güven ne de istikrar sağlanır.

Cumhuriyet öncesine uzanan anayasal ve siyasal kurumları lağvetmiş olan bir yönetimde, kuralların uygulanması, iktisadi ve siyasal istikrar beklentisi içine girmek boşunadır. Dahası;  kurumları, kurulları ve kuralları yeniden inşa hedefi yerine, bir kişinin tercihlerine odaklanmak, “derin kış uykusu” içinde olmak demektir.

ANAYASA/8 MART/AYASOFYA

Tek kişi yönetiminin yıkıcı etkileri karşısında, “seçim değil sistem; aday değil anayasa” öne çıkarılmalı idi. Tv ekranlarından yansıyan ise, parti kapatma üzerine Anayasa md.138’i sürekli çiğneyen programların yanısıra sadece üç örnek,  “tek kişi yönetiminin gizil gücü”nü yansıtıcı:

Anayasa: 2020 sonlarında, özeti, “Kaboğlu, HDP ve İYİ Parti’nin aynı masaya oturduğu anayasa çalışmasına öncülük yaptı mı?”  sorusu etrafında karalayıcı ” tv. dizileri”

8 Mart mesajı: İmamoğlu’nun P. Buldan ve M. Akşener’e mesajının anlamı üzerine haftalar süren “tv dizileri”.

Ayasofya:  İmamın sözleri üzerine  “tv dizileri”.

Bu atışmalar,  tarihte, ”meleklerin cinsiyeti” üzerine tartışmaları mı çağrıştırıyor?

Eğer  TBMM’de yanyana oturan partiler birlikte anayasa çalışması yapamayacaksa, anayasadan söz etmek, ikiyüzlülük değil mi? Bir büyükşehir belediye başkanı, iki parti liderine mesaj gönderemeyecekse demokrasiden söz etmek niye?

Camiye ihtiyaç olmadığını  dillendiren kişi tarafından ibadete açılan Ayasofya içinde ve kapısında siyasal mesajlar yoluyla, dinsel yönetime kayma iradesini örten yorumlar neden?

Özetle;  gezegenimizde hangi doğal olayla şafak vaktinin idrak edileceği, bilimsel yol ve yöntemlerle tahmin edilse de; tek kişinin hangi kararı veya kararnamesi ile uyanılacağı öngörülebilir değil. İnsan toplumları, geceyi aydınlattı; tek kişi zorba yönetimlerinin yerine demokrasiyi kurdu. Türkiye demokratları, ciddi bir sınav karşısında: meleklerin cinsiyeti ile uğraşır gibi birbiri ile mi didişecek; yoksa “anayasal demokratik Cumhuriyet” yolunda adım atabilecek mi?

İbrahim Ö. Kaboğlu (BirGün, 25 Mart 2021)

Yoruma kapalı.