HIZLI YÖNETİM: AMAÇ MI, ARAÇ MI?

HIZLI YÖNETİM: AMAÇ MI, ARAÇ MI?

Karar alma düzeneklerini azaltarak hızlı karar yoluyla etkili yönetim oluşturmak, parlamenter rejimi ilga gerekçelerinden biri idi.

Hükümetsiz Meclis ve Yürütme’nin bir yıllık uygulaması, “tek kişi” ile Türkiye Cunhuriyetinin yönetilemeyeceği gerçeğini ortaya çıkarınca sorumlu bulundu: bürokrasi.

 

SORUMLU BÜROKRASİ Mİ?

Bunu dillendiren, kendisi de bir atanmış olan, ancak Cumhurbaşkanı’nın bütün anayasal yetkileri kullanabilen bir yüksek bürokrat: Cumhurbaşkanı (CB) yardımcısı.

Gerçi, “tek kişilik yürütme”, yürütme ve idare ayrımı ve ilişkisi üzerine geçerli kavramları ileri derecede belirsiz hale getirdi.

Fakat, hepsini belirleyen kişi, aynı zamanda onların amiri konumunda olan CB. Bu kişi hem başbakan, hem cumhurbaşkanı ve devlet başkanı. Bakanlar bile, bakanlığın yetki ve görev alanına giren konularda karar alma ve uygulama çalışmaşarında, “CB talimatı” ile kaydını belirtmeden geçemiyor.

Hiyerarşik yapıda aşağıya doğru inildikçe, bakan yardımcıları dahil karar alıcı konumda olan üst düzey bürokratları,  Saray veya  bakanlar  atıyor.

Şu halde, ya yönetici konumdaki kamu görevlilerini atamada liyakat ilkesine uyulmuyor ya da sorumluluktan korktuğu için bürokratlar karar almadan kaçınıyor.

Bunlar, üzerinde durulması gereken ciddi iki sorun.

 

YOKSA YASAMA VE YARGI ÜZERİNDE BASKI MI?

Bu konularda reform iradesi ortaya konulmadığına göre, “hızlı karar alabilen yönetim” söyleminin asıl amacı, “yürütmenin, yasama ve yargıya hızlı karar aldırabilmesi” mi idi? Yanıt, 20 aylık uygulama ile ortaya çıktı:

Yargıda; S. Demirtaş’tan O. Kavala’ya uzanan kararlar dizisi ötesinde, B. Terkoğlu, B. Pehlivan, H. Kılınç, M. Ağırel, A. Keser, F. Çelik ile devam eden son hafta uygulamaları, yargı mensuplarının açık veya örtülü biçimde yürütme güdümünde karar alıyor veya tersine karar almaktan kaçınıyor olmalarının sonucu; hepsi, Anayasa ve hukuk dışı..

Yasama açısından; yasa önerisi hazırlığından başlayan ve Genel Kuruldaki oylama ile süren Saray gölgesi üzerinde sıkça yazdım. Şimdi, TBMM’nin norm koyma yetkisi dışındaki karar sürecine,  yasama sorumsuzluğuna değineceğim. Buna örnek, CHP Grup Bşk. Vekili Engin Özkoç dosyası.

Kürsüdeki sözleri nedeniyle AKP’li vekillerin lincinden kılpayı kurtarılabildığı halde Özkoç hakkında savcılığın yıldırım hızıyla fezleke hazırlaması, bunu anında TBMM’ye gönderme sürecine Adalet Bakanı’nın müdahil olması; CB’nin ise, konunun takipçisi olacağını belirtmesi, TBMM Başkanı’nın hemen işleme başlaması, yasama üzerinde yürütme güdümünün açık göstergesi.

Bu örnekler, yargının bağımsız değil, yürütmeye bağımlı olduğunu, yasamanın ise özerk değil, yürütmenin güdümünde olduğunu gösteriyor.

 

HESAP VEREBİLİR BİR YÖNETİM İÇİN…

Şu halde, biçimsel olarak korunmuş olsa da, erkler ayrılığı ilkesinin Anayasa değişikliği  uygulamasında etkisiz kılacak şekilde kurgulandığının göstergesi.

Görüldüğü üzere, hızlı karar ve yönetim, yürütme için geçerli ve yürütme içinde gerçekleşen bir süreç olmaktan çok, yürütmenin, yargı ve yasamaya, bağımsızlık ve özerklik ilkelerini ihlal ederek fiilen karar aldırabilmesi şeklinde uygulamaya geçmiştir.

Bu durum ve süreç, “tek kişi” yönetiminin, neden tehlikeli ve hukuk develeti önünde başlıca engel olduğunu  bütün çıplaklığı ile ortaya koymakta.

Özetle, 2018’de uygulamaya konulan 2017 Anayasa değişikliği, anayasal kurumların işleyişinde görev+yetki+sorumluluk zincirini zayıflatması ve denge-denetim düzeneklerini ortadan kaldırması sonucu, hukuk yerine kişi tercihlerini baskın kılmış, Türkiye Devleti’ni yönetilemez bir eşiğe sürüklemiştir. Bu nedenle, demokratik hukuk devleti inşası için anayasal hedef, hiçbir zaman göz ardı edilmemeli.

 

İbrahim Ö. Kaboğlu (12 Mart 2020)

Yoruma kapalı.