“ HÜKÜMET: HERŞEY VEYA HİÇBİR ŞEY ”

- Devamı için tıklayınız -

Geçen hafta, “otoriterlikten totaliteriğe mi?” başlıklı yazımda, siyasal rejimin otoriter eğilimi yanısıra, kamu makamlarının kullandıkları yöntemlerin “totaliter rejim” görüntüsü verdiğini yazmıştım. Konuyu “Hükümet eksenli çelişkiler” bağlamında sürdüreceğim.

Söylem ve eylem ayrışması derinleşiyor

12 Eylül halkoylaması, kendi söylemini de beraberinde getirdi: değişim, demokrasi ve devrim gibi sözcükler, yeni bir dönemin eşiği olarak gösteriliyor. Bu söylemde abartı olsa da, halkoylamasında evet oyu kullananların olumlu bir tablo çizmesi anlaşılır bir durum. Fakat buradaki çelişki şu: uygulama, söylemin tamamen tersi yönünde. Söylem ve eylem karşıtlığının kaynağı aynı: Hükümet.

Buna göre, halkoylaması yeni bir dönem açtı; artık Türkiye’de hiçbir şey eskisi gibi olmayacak…

Fakat uygulamaya bakınca; değişen bir şey yok, hatta olumsuzlar hanesi giderek kabarıyor.

Örneğin, bir siyasal şahsiyet konuşma yapıyor; bakan veya Başbakan ya da Cumhurbaşkanı. İzleyici bir slogan atıyor veya karşıt düşünceyi dile getirerek protesto ediyor. Kolluk güçlerinin uyguladıkları ve çoğu zaman şiddet içeren yaptırım ile ifade özgürlüğü kapsamındaki protesto tavrı arasında hiçbir ölçü yok.

İstisnai olmayan görüntüler, “herşey Hükümet için, ama Hükümete karşı hiçbir şey” anlayışını göz önüne seriyor. Bunun uygulama aracı ise, kolluk güçleri. Zor kullanma gücü ve tekeli devlette olduğuna göre, üzerinde ciddi biçimde düşünülmesi gereken bir konu.

Türbanda düzenlemenin işlevi…

Sn. Başbakan, “umre yerine oy sandığına gidin” derken, -yetkisi olmasa da- özgürlükler arası tercihi dile getiriyordu: ertelenebilecek din özgürlüğü yerine oy hakkı önceliği. Fakat, başörtüsü konusunda, mesela, “düzenleme yapılıncaya kadar türbana takmayın, öğrenim özgürlüğünüze öncelik verin.”demiyor.

Dahası, YÖK başkanı, Başbakan ve CHP Lideri arasında sorunun hukukî düzenleme yoluyla çözümüne ilişkin diyalogu görmezden gelerek, üniversitelere genelgeler gönderiyor. Bu tutum, öğrenci ve öğretim üyelerini karşı karşıya getirme riskini taşıyor. Aynı zamanda üniversitelere sivil polis takviyesi, şöyle bir soruyu akla getiriyor: türbanlı öğrenciyi öğretim üyesine karşı korumak için mi?

Burada bir başka çelişki de, mevcut hukukî durum değişmeden, uygulama yoluyla yasağın aşılması. Gerçi bu, “hukuka saygı” inancıyla ilişkili bir konu. Fakat bu, uygulamada doğabilecek sorunları en aza indirmek amacıyla düzenleme yapma gereğini gözardı ettirmemeli idi. Burada sorun türbana karşı olup olmamaktan bağımız olarak, türbanın bir özgürlük olduğu varsayımında, bunun için hukuki düzenleme gereği açık…

Mahkeme kararlarını uygulamada çifte standart

Üniversitelerde başörtüsü konusunda Anayasa Mahkemesi( AYM) kararları görmezlikten geliniyor. Buna karşılık, halkoylamasında sürekli kullanılan ve buna devam edilen Anayasa değişikliği üzerinde kısmi iptal kararı da aynı Mahkeme’nin.

Yine, İHAM’ın seçim barajı üzerine kararı -barajın yüksek olduğu saptamasına karşın- % 10’luk barajı meşrulaştırıcı öğe olarak sürekli kullanılırken, aynı Mahkeme’nin zorunlu din derslerini İHAS’a aykırı bulduğu kararı, yok sayılıyor. Alevilerle yapılan toplantılar, adeta bir oyalama taktiği…

Mahkeme kararlarını algılama tarzı veya gereklerinin yerine getirilmesinde, Hükümet’in bakış açısı belirleyici: İHAM kararına uymuyor, çünkü “zorunlu din dersinden yana”; AYM kararına uymuyor; çünkü, öğrencilerin üniversiteye “başörtüsü ile girmelerinden yana”.

Buna, İnsan hakları kuramında “sekter özgürlük” anlayışı denir; hukukun üstünlüğünde ise çifte ölçü.

Soykırımı yapan ve kınamayan farklı mı?

Ömer El-Beşir, soykırım suçu işlediği iddiasıyla uluslar arası merciler önünde hesap vermesi talep edilen Sudan Devlet Başkanı. Türkiye’nin resmi davetlisi olarak geldi önceki yıl. Geçen yıl ise, ulusal ve uluslar arası ölçekte gösterilen tepkiler nedeniyle son anda davetten vazgeçildi…

E. Kusturica, Sırbistanlı film yönetmeni. Boşnak soykırımını küçümsemiş. İfade özgürlüğünün koruma alanı dışında kalan bu ve benzeri açıklamalar, kınanmalı ve lanetlenmeli…Ama soykırım suçu işleyene yapılan “hüsnü kabul” muamelesi ile soykırımı azımsayan bir başkasına gösterilen tepki arasındaki çelişkiyi de görmek gerek.

Sonuç olarak, eğer Hükümet’in yaptığı veya ondan yana olan herşey resmi kabul görüyorsa; buna karşılık, Hükümet’ten yana olmayan veya ona kaşı görülen herşeyden kuşku duyuluyor, hatta bastırılıyorsa, “değişim, demokrasi ve devrim,…” , sanal söylemden öte anlam taşımaz. Çünkü bunları test eden eylem ve uygulama.

Yoruma kapalı.