İç savaşa hayır!

İç savaşa hayır!

Diyarbakır’da 7 yıl bulunmuş biri olarak, ilk kez “iç savaş eşiği” algılamasına kapıldım. Şiddet kullanımı ve söylemi, çok kaynaklı ve boyutlu olarak giderek yaygınlaşıyor.

Bir çelişki mi yoksa bir rastlantı mı? AKP ile DTP, böyle bir kargaşanın iki ucunda. Üstelik, AYM önünde ortak kaderi paylaşan partiler. Gerçi dava sürecinde izledikleri yol ve yöntem, iki parti arasında benzerlikten çok farklılıkları su yüzüne çıkarmadı değil. AKP kararı için dört buçuk ay yetti; DTP davasında bir yıl doldu, ancak karar aşamasına bile gelinmedi. Bunda, AKP’nin ivecen tutumu ile DTP’nin zamana yayma taktiğinin payı açık. Ama asıl fark şu: dava sürecini lehine çevirme çabası, “dinsel referans” saptamasına karşın, AKP’yi kapatılmaktan kurtardı; DTP ise, tam tersine, “etnik referans” ve şiddet ekseninde meydan okumayı yoğunlaştırıyor.

Ya ülke sorunlarına bakışları? Sahip olduğu nitelikli çoğunlukla yetinmeyen AKP, demokrasiyi mutlak üstünlük sağlama aracı olarak kullanıyor. Aşırı merkeziyetçi yapıdan uzaklaşma yoluyla farklı etnik kimliklere soluk aldırma yerine, mevcut yerel yönetimleri bile onlara fazla görüyor. Güneydoğu belediyelerini ele geçirme çıkarmaları bunun kanıtı değil mi?

İnsan hakları anlayışı da sekter. Kürtler, 2002 yasasıyla tanındığı halde , “dil özgürlüğü”nü kullanmada ciddi engellemelerle karşı karşıya. AKP, üniversitelerde türban için harcadığı mesainin yarısını “kültürel kimlik hakları”na ayırsaydı, herhalde Türkiye’nin üzerini “kara bulutlar”, bu denli örtmezdi. Yine örneğin, eğer Hükümet, BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine yönelik iradesini, içeride insan haklarını ilerletme kararlılığına da yansıtabilseydi, en ağır insan hakları ihlalleri günlük yaşantımızın bir parçası haline gelmezdi.

DTP ne istiyor? “Azınlıkların statüsü ve korunması: Orta Avrupa’da ve Akdeniz Ülkelerinde Örnekler”, başlıklı toplantıda, diğerleri arasında şu saptamayı yaptım: önceki gün DTP milletvekilleri, Ankara’da diplomatlara ve TBMM üyelerine, “ Demokratik Özerklik” başlığını taşıyan bir kitap dağıttı. Çözüm olarak, Türkiye’nin 25 bölgeye ayrılmasını öneriyor…

Bunun anlamı şu: Kürtler, ayrı bir devlet değil, çözümü, Türkiye bütünlüğünde istiyor. Gerçekçi bir yaklaşım. Zira ülkemizdeki demografik hareketler sonucu, Kürt nüfusun önemli bir kısmı, başta İstanbul gelmek üzere, kendi bölgelerinin dışında yaşamakta…

Dolayısıyla biraz önce ekrana getirilen ve bölgedeki soruna Avrupa’dan bakış tarzını yansıtan harita, ülkemizdeki çözüm arayışı ile örtüşmemekte. Bu bakış açısı, bilinçaltına ayrı devlet gerekliliğini sokmakta ise de, Kürt kökenli yurttaşlarımız, Türkiye’nin her tarafının ve özellikle deniz bölgelerinin sunduğu olanaklardan yararlanmak varken, ayrı bir devlet kurmanın aptallık olacağını dillendirir çoğu zaman… Ne var ki, DTP’nin en önemli zaafı, şiddet örgütü ile kendisi arasına mesafe koyamaması..

Ayrıca, çözüm önerileri üzerine görüşlerimi sıraladım, kültürel kimlik haklarından, adem-i merkeziyete ve Türkiye Cumhuriyeti şemsiyesi altında geniş ve eşit yurttaşlık tanımına kadar…

Szeged toplantısı (30-31 ekim) değerlendirilirken, Macaristan AYM üyesi Prof. Troscanyi, tek çözüm yolu değil, ilgili toplum ve devletlerin özelliğine göre çeşitliliğe dikkat çekti. Türkiye ve Fransa’yı, asimilasyonun sınırlarını tanıyan ve eşitlikçi temelde diyalog yoluyla çözüm arayan ülkeler olarak niteledi. Genel olarak, çoğunluk cömert davranmalıydı; azınlık ve çoğunluk ilişkisini belirleyen ilke ise, güven…

Faslı Prof. Mourji ise, “Türkiye Cumhuriyeti” vurgusundan da esinlenerek, müslüman- arap devletler için örnek model özelliğimize dikkat çekiyor.

İçeriye gelince; iktidar partisi AKP’nin söylem ve icraatı ile DTP’nin söylem ve eylemleri, aktardığımız gözlemlere yabancı.

Başbakanın, “fethedilmesi hedeflenen” kaleler gibi, Güneydoğu gezisindeki konuşmaları, tahrik edici olmaktan uzak değil, çelişkili de. “Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı” vurgusu ne denli yerinde ise, “tek”li tanıma katılmayan gitsin, demesi, tam tersine sakıncalı ve çok tehlikeli.

DTP açısından; TBMM’de temsilin sağladığı olanaklarla, çözüm önerilerini fikri düzlemde sürekli kılma ve ulusal ölçekte pekiştirme yerine, Öcalan’ı “” ulusal önder”(!) kabul ettirmeye yönelik eylemleri, davalarına katkıdan çok zarar veriyor:

1. Kürt kökenli olmayan yurttaşları, kendileri ile mesafe koymaya itiyor,

2. AYM’ye kapatma yönünde malzeme sunuyor,

3. Daha tehlikelisi, Türkiye’yi günbegün iç çatışmaya sürüklüyor.

AKP ve Hükümeti ile resmi görevlilerin yarattığı ortam, ”şiddet zemini”ni giderek kaygan hale getiriyor. Hukuk, yerini şiddete bıraktıkça, devlet de çeteleşiyor. Milliyetçi söylemden vazgeçmeyen CHP ve MHP karşısında DTP, kendini şiddeti içselleştirmiş bir etnisite girdabına teslim ediyor…

Bu ortamda, iç savaşa hayır diyen bir demokrasi cephesine duyulan gereksinim giderek artıyor…

TEHLİKE

AYM’nin R.G.’de 24.10.2008’de yayımlanan AKP’yi kapatmama kararı, üç açıdan okunabilir:

AKP’nin eylem ve söylemlerine yönelik geçmiş,

Kararın yazım tekniği ve öne çıkarılan ölçütler,

Kapatmama sonrası AKP’nin tutumu.

Bu yazıda sadece, karar gerekçesi ve AKP’nin son günlerde sergilediği görüntü üzerine dikkat çekilecek.

Çoğunluk, muhalefette: AYM’lerin bir kısmı, kararlarını bütün olarak verir. Bizde olduğu gibi diğer bir kısmı ise, oyların rengini belli eder. İlki, yargı kararının etkililiği bakımından savunulabilirse de; ikinci uygulama, demokratiklik ve saydamlık ilkelerini yansıtır.

Fakat AKP kararını özgün kılan yön, çoğunluğun muhalefette kalması, azınlık oyunun ise yaptırımı belirlemiş bulunması. Karar, azınlık oyuna ait: ana gerekçe. Karşı oy yazısı, çoğunluğa ait. Çoğunluk oyu, muhalefete geçmiş. Her ikisine de karşı oy gerekçesi, bir üyeye ait.

Ölçülülük testi: Demokrasi, düşünce özgürlüğü, siyasal partilerin temsilî sistemde rolü, demokratik devlet, partiler demokrasisi, anayasal güvenceler, uluslararası norm ve ilkeler, lâik cumhuriyet, lâiklik-din özgürlüğü ilişkisi, demokrasi-lâiklik ilişkisi, Anayasa madde 24/son’un siyasal partilere yasakladığı alan vb, azınlık gerekçesinin eksen kavramları: “Davalı partinin Anayasa’nın 68. maddesinin 4. fıkrasında belirtilen ‘demokratik ve lâik cumhuriyet’ ilkesine aykırı bazı eylemleri belirlenmiştir.. Bu sorunlar …, toplumun dinsel konulardaki duyarlılıkları yalın siyasal çıkar amacıyla araçsallaştırılmış,…” “Dinin ve dinsel duyguların istismarı nedeniyle lâikliğe aykırı görülen davalı partinin eylemlerinin … kararlılıkla … yoğun biçimde işlendiği … odaklaşmanın kabulü gerekir”.

Lehteki öğeler ise, azınlık oyunu, AKP’yi kapatma yerine hazine yardımından yoksun kılma sonucuna götürüyor. Bu öğelerin yazımında olgusal yanlışlar, yanlış saptama ve değerlendirmeler yanısıra, tahlil ve ölçülülük testine ilişkin eksiklikler bulunsa da, ulaşılan sonuç bakımından yaptırım, ölçülü. Özetle, ölçülülük testindeki zayıf halkalara rağmen, sonuç makul.

1961 Anayasası ve İHAM içtihadından hareketle, AYM’nin önceki kararlarına vurgu yapan çoğunluk görüşü ise, daha çok, lâiklik tanımı üzerinde yoğunlaşıyor: “Partinin, Anayasa Mahkemesi kararlarıyla anlam ve içerik kazandırılan lâiklik tanımlaması yerine, farklı bir lâiklik anlayışını savunarak, Anayasa’da cumhuriyetin nitelikleri arasında yer alan lâiklik ilkesini geçersiz kılmaya yönelik yoğun çabaları, amacını gerçekleştirme konusundaki kararlılığını ortaya koymuştur”. “Partinin başbakan, bakan, milletvekili, parti yöneticisi veya belediye başkanı konumundaki siyasal yaşamda daha etkili olabilecek üyeleri tarafından gerçekleştirilmesi, partinin demokratik rejim için yarattığı tehlikenin önemli boyutlara ulaştığını ve bu tehlikenin hazine yardımından mahrumiyet yaptırımıyla önlenemeyeceğini göstermektedir”.

Yetkinin artması ile tehlikenin ağırlığı arasında orantı kursa da, çoğunluk gerekçesi, azınlık gerekçesine göre zayıf. Her ikisi, şu nüansı yeterince vurgulamamış: Özgürlük öznesi olarak siyasal parti temsilcilerinin söylemi ile partinin iktidara taşıdığı, ama aynı zamanda parti temsilciliği sıfatını sürdüren iktidar sahiplerinin söylemi arasındaki nitelik farkı. Çünkü bu sonuncular, artık milletvekili, bakan, başbakan gibi, karar alma ve uygulama yetkisine sahip devlet adamlarıdır.

Hem azınlık (4), hem de çoğunluk (6) oyuna karşı olan H. Kılıç, “özgürlük yalnızca ve daima farklı düşünenlerindir” (R. Luxembourg) sözleriyle başlayan yazısında, din ve kanaat özgürlüğü vurgusuyla, davalı partinin iktidar yoluyla demokratik düzeni ortadan kaldırmayı amaçlamadığı görüşünde.

Eğer üç ayrı gerekçe tek bir metin olarak yazılabilseydi, insan haklarının, demokrasi ve lâiklik ortak paydasını oluşturduğu sonucuna ulaşılabilirdi. Bu şekilde ikili veya üçlü diyalektik ilişkiden yoksun olsa da karar gerekçesi, bir bütün olarak , aslında AKP için yol haritası çizmiyor değil…

Eşit yurttaşlık ve artı hak yok, tek ırk var: Ne var ki aradan henüz üç hafta bile geçmediği halde, AKP’nin söylem ve faaliyetleri ile, AYM kararı ile kurulan üçlü halkaya ne denli uzak olduğunu gösterdi. Şu üç örnek, durumu sergilemeye yeter:

Kürtlere: “Tek”li söyleme karşı çıkan gitsin (Başbakan),

Alevilere: Eşit yurttaşlık mitingine tepki (Devlet Bakanı),

Gayrimüslimlere: Ulus devleti tek soya indirgemeye yönelik sözler (Millî Savunma Bakanı).

Sonuç: Ne eşit haklar (Aleviler), ne artı haklar (Kürtler), ne de etnik çoğulculuk (Rumlar ve Ermeniler), üstelik Lozan’a rağmen. Bu söylem ve eylemler, üç ana öğeden oluşan AYM kararı ışığında, ne demokrasi (azınlık görüşü), ne lâiklik (çoğunluk görüşü), ne de insan hakları (bir üyenin görüşü) ile bağdaşır.

Her şeye karşın; AKP iyi ki kapatılmadı. Öyle olsaydı, “ak parti”nin mezhepçi, ırkçı ve insan haklarına tamamen yabancı yüzü, örtülmüş olacaktı.

Yoruma kapalı.