“ İnsan hakları devletçiliği ”

- Devamı için tıklayınız -

“Türkiye İnsan Hakları Kurumu” (İHUK) Kanunu Tasarısı, 12 Mart Cuma günü Ankara Barosu’nda tartışıldı. İnsan hakları üzerine kurumsal düzenleme arayışı, 1991’de, yani 12 Mart Muhtırası’nın 20. yılında başladı; 20 yıldır devam eden bir süreç.

Öte yandan, kırk yıllık zaman diliminin özellikle ikinci yarısında, anayasa ile takviye edilen özelleştirme furyası, “kamu” adına çok az şey bıraktı; kamu hizmeti anlayışını geriletti. İktisadî liberalizm ise, hukuk devletinin “düzenleme-denetleme-yaptırım” halkası dışında algılandı. Oysa neoliberal çağda, iktisadî alanın en azından ulusal ölçekte bu denli dizginsiz bırakılması, batılı devletlerde artık pek nadir…

Buna karşılık, aynı dönemde Batı’da, İnsan Haklarını (İH) devlet güdümünden çıkarma süreci ivme kazandı. Gerçi, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra devletin erkler ayrılığı ilkesine göre yeniden yapılanması ve sivil toplum örgütlerinin gelişimi arasında paralel bir gelişme var. Hak öznelerinin öne çıkışı, İH alanının “özelleştirilmesi” olarak da adlandırılabilir. Fakat son 20 yıldır tanık olunan gelişmeler, devlet ve özel arasında yeni bir kategoriyi ortaya çıkarmış bulunuyor: uzman ve özerk kurumlar.

ÖZERKLEŞMEYE YABANCI…

BM ve Avrupa Konseyi öncülüğünde kurulan ve yaygınlaşan “İnsan Haklarını Koruma ve Geliştirme Ulusal Kurumları”, söz konusu yeni gelişimin çerçevesi niteliğinde.

Bize gelince; son 20 yılda, sivil toplum örgütleri, İH alanında kayda değer bir yol aldı. Ne var ki Devlet, klasik örgütlenme şemasını (bağımsız yargı yoluyla) İH’nı koruyucu yönde geliştiremediği gibi, “özerkleşme”ye de yanaşmadı.

12 Mart toplantısı, gelinen eşiği saptama bakımından anlamlı oldu; gerçekler acı gelse de. Bu nedenle, İnsan Hakları Merkezleri adına, düzenleyiciler Prof. İ. Kuçuradi ile Av. K. Akkurt’u kutlamak gerek.

Öncelikle, devlet ve sivil toplum örgütleri ile İH uzmanlarını bir araya getirdikleri için. Zira, devlet kesiminde, resmî görevliler-İH savunucuları ve uzmanlarını yeniden buluşturacak bir “İH’nı koruma ve ilerletme” birimi oluşturma iradesi bir yana, “bürokratik zihniyet”, hazırlık aşamasına bile damgasını vurmuştu. Siyasetçi-bürokrat ittifakı, İH alanında çalışan örgütleri ve merkezleri manipüle etmeyi değil sadece, uluslararası örgüt temsilci ve uzmanlarını bile atlatmayı becermişti:

“İnsan Hakları Standartlarının Uygulanması Çalıştayı”, yabancı uzmanların katılımıyla 18 Şubat’ta toplanıyor. Fakat, siyasetçi ve bürokratlar, Tasarı ilgili TBMM Komisyonu’nda görüşüleceği gerekçesiyle, açış konuşmalarını yaparak toplantıdan ayrılıyor. Bu durumu protesto amacıyla toplantıyı terkeden İH savunucuları, bu kez, devletçi zevatın hışmına uğruyor. Öyle ya, kendilerince dışlanmış olsa da, İH savunucuları, yine de “ev sahipliği” yapıp görünüşü kurtarmalıydı…

NE STÖ’LER, NE DE UZMANLAR!

12 Mart toplantısı, bu gerginliği gözler önüne serdi. İH savunucuları, resmî yaklaşımı eleştiredursun, devletçi bakışta “özeleştiri” öğelerinin ipuçları bile yok: yaptıkları doğruydu, İH alanında önemli çalışmalar yapmışlardı; bu yolda devamda kararlılık vardı, geçmişi kurcalamaya gerek yoktu…

I. AKP Hükümeti’nde İnsan Haklarından da sorumlu Başbakan Yardımcısı E. Yalçınbayır, Tasarıyı eleştirirken, İHDK’nın “fiilen lağvedilmiş” olduğu gerçeğinin “gerekçede neden belirtilmediği”ni sordu. Resmî yanıltma karşısındaki bu haklı sorgulama, yanıtsız kaldı.

İH kavramında “muhazakârlaşma” olgusundan hareketle, izlenen yol ve yöntemin sorunlu ve çelişkili yönlerini sıralayan Y. Doç. K. Altıparmak, İHUK’un İH alanında iyileştirme bir yana, yol açması muhtemel tahribat üzerinde yoğunlaştı.

İNSANÎ DEĞERLER Mİ, İKTİDAR ARACI MI?

İHUK’un hiyerarşik açıdan Başbakanlığa bağlı kurulmasını öngören Tasarıdaki çelişkileri, Prof. Kuçuradi, bir bir sıraladı… “Taslak geri çekilmelidir” diyen Dr. M. Bakkalcı, mücadele kararlılığını vurguladı.

Başbakanlık İH Başkanı Y. Küçük ise, İH savunucularına yönelttiği eleştirilere karşılık, kendilerinin ne denli olumlu etkinliklerde bulunduğu söylemi ile, İHUK’un “İnsan Hakları Başkanlığı”nın bir uzantısı olacağını teyit ediyordu.

Ankara’daki tablo, İH’nda öngörülen yapılanmanın uzman ve özerk kuruluşların katkısına kapalı olduğu zihniyetini yansıtıyor. Devletçi bakış, tam tersine, muhalif düşünceleri gözetim ve güdüm altına almak için İH’nın iktidar aracı olarak kullanılabilme tehdidini bağrında barındırıyor.

“İnsan haklarına ilişkin kamu hizmetleri özelleştirilemez” ilkesi, adeta tersine çevrilmiş: “devletleştirme” İH için geçerliliğini sürdürüyor. Sonuç: insan-meta ilişkilerinde özelleştirme ve alabildiğine özgürlük; İH açısından ise, inadına devlet ve devletçilik…

Yoruma kapalı.