“ insan hakları,olmasa da olur! ”

- Devamı için tıklayınız -

TiHK, ‘amicus curiae’ olabilir mi? ‘Mahkemenin dostu’ olarak çevrilebilir bu Latince deyim. 28.01.2010 günlü yazımın özü bu idi: “insan Hakları Kurulları, Ulusal-Ötesi Rol…”. Aynı gün, “Türkiye insan Hakları Kurumu Kanun Tasarısı”, açıklandı. TBMM’nin bugünkü oturumunda bu tasarı görüşülecek.

iHAM’ın önceki yargıcı Rıza Türmen, “insan hakları kurumu tasarısı” başlıklı yazısında (Milliyet, 15.02.2010), tasarının yasalaşması halinde, Kurumun neden bağımsız ve tarafsız bir birim olarak çalışamayacağını açık bir biçimde ortaya koyuyor; yazısını şöyle noktalıyor: “AKP iktidarının en önemli sorunlarından biri kendinden bağımsız kurumların varlığını kabul edememesi. Ne yazık ki, iHK tasarısı bu sorunun başka bir göstergesi.”

Üç boyutlu bakış gereği

Kurulması öngörülen Türkiye insan Hakları Kurulu (TiHK), tasarı metni, zaman ve mekân olmak üzere üç boyutta değerlendirilebilir:

•Metin olarak BM veya –yaygın kullanımıyla– “Paris ilkeleri”ne uygunluğu yönünden incelenmeli. R. Türmen’in ortaya koyduğu gibi, üyelik kriterleri, atamaya yetkili organ, statüsü ve görevleri açısından TiHK yasa tasarısı, Paris ilkeleri’ne aykırı.

•Zaman boyutu, önceki başarısız deneyimlerin göz önüne alınmasını gerekli kılar. Tasarı gerekçesi şöyle: “4643 sayılı Kanunla da insan Hakları Üst Kurulu, insan Hakları Danışma Kurulu, insan Hakları ihlali iddialarını inceleme Heyetleri ve Başbakanlık insan Hakları Başkanlığı kurulmuştur… Paris Prensiplerine uygun bir yapılanmanın eksikliği,… eleştiri konusu yapılmaktadır. … (bunlar) lağvedilmektedir.”

Buna karşılık gerekçede, örneğin, insan Hakları Danışma Kurulu’nun AKP Hükümeti tarafından beş yıl önce “fiilen lağvedildiği” belirtilmemekte.

•Mekân boyutu ise, ulusal kurumun görevinin ülke ile sınırlı olmayıp, uluslararası insan Hakları birimlerine de uzandığını ifade eder. Bunların başında, insan Hakları Avrupa Mahkemesi (iHAM) gelmektedir. Zaten, iH ulusal kurumlarının “amicus curiae” görevi, iHAM önünde söz konusu.

Türkiye izleniyor, çünkü…

Yenisi kuruladursun, eskisinin lağvetme ve temsilcilerini linç etme biçimi nedeniyle iH birimleri yakından izleniyor. Kim izliyor? En başta, Avrupa Konseyi iH Komiserliği ve iH Ulusal Kurumları Avrupa Grubu… Berlin ve Atina toplantıları ile Paris görüşmeleri, bunun kanıtı.

•Berlin toplantısı: Komiserlik ve Avrupa Grubu’nun Kasım 2004 toplantısında, iHDK’ye yönelik resmi baskılar, Hükümet ajanı tarafından sergilendi…

•Paris görüşmesi: Fransa iH Ulusal Danışma Komisyonu ile 2005 sonlarında görüşen Ankara heyeti, “Türkiye’de böyle bir kurul yok, deneyiminizden yararlanarak biz de kurmak istiyoruz” diyorlar. Üstelik, görüşme sırasında kendi aralarında gülüşerek Türkçe konuşuyorlar. (Geçen haftalarda, Büyükelçimizle görüşmeleri sırasında israil Bakan yardımcı ve diplomatının kendi aralarında ibranice konuşmalarından beter…).

•Atina Toplantısı: yine, Avrupa Konseyi iH Komiserliği ile iHUK Avrupa Grubu toplantısı, Eylül 2006. Bu kez, iH eksperi olarak bilimsel toplantılara katılıyorum. Ama, ulusal kurullar toplantısına -resmi sıfatımın bulunmayışını öne sürerek- katılmaktan kaçındığım için, şu eleştiriyi alıyorum: “en azından Türkiye’de iHUK konusunda olup biten üzerine bilgi verirdiniz…”

TiHK, akredite olamaz…

Tasarının olduğu gibi yasalaşması, şu anda Hükümete bağlı olarak görev yapan insan Hakları Başkanlığı’nı, statü değişikliğiyle güçlendirme anlamına gelir. Bu bakımdan ulusal ölçekte bir vitrin tazelemesi olarak görülebilir. Ancak, böyle bir birim, Türkiye’de insan haklarının ilerletilmesine katkı sağlamaz; iki nedenle:

Bir kez, insan Hakları ihlalinin ana kaynağı, Hükümet otoriteleri: özerk ve bağımsız bir statü ile donatılmayan ve uzman kişilerden oluşmayan Kurul, Hükümetin güdümünden çıkamaz.

ikincisi, uluslararası işleve ilişkin: hem insan haklarına ilişkin yasaların uluslararası belgelere uygunluğunun teyidi, hem de iHUK’un Avrupa Mahkemesi’nde görülen davalara ve kararlarının uygulanmasına “amicus curiae” olarak katılımı ve katkısı söz konusu. Bu görev, özellikle 14. no.lu Ek Protokol yürürlüğe girince gündeme gelecek; başta iH Komiserinin “amicus curiae” olarak duruşmalara katılmasıyla…

TiHK’in ise, –adı geçen tasarı doğrultusunda– akredite olma olasılığı düşük olduğu gibi, Avrupa Grubu iyeliği için A statüsü elde etmesi de ihtimal dışı…

Sonuç olarak, uluslararası standartlara uygun biçimde oluşturulmayacaksa, bir insan Hakları Ulusal Kurumu’nun olmaması, olmasından daha iyi. Çünkü, böyle bir kurum, iH karşıtı ama “devletçi” bir birime kolayca dönüşebilir…

Yoruma kapalı.