“ "İslami başörtü": Bir uzlaşma önerisi ”

- Devamı için tıklayınız -

” Foulard Islamique” takan öğrenciyi, aracıyla 55 kilometre mesafe kat etme pahasına her gün fakülte kapısına kadar getiren baba, kızının dersi biter bitmez aynı yerden alıyor. Kız, derslere örtülü olarak giriyor; ama, ne kütüphaneye gidebiliyor, ne de sosyal ilişkilerini geliştirebiliyor. Fransızcasını ilerletip hukukta başarılı olması bir yana, sınav sorularını bile anlamakta güçlük çekiyor.

Kampus bahçesinde türbanlarını çıkaran bir grup kız, derslere örtüsüz giriyor ve çıkarken saçlarını yeniden kapatıyor. İlki, kıyafete ilişkin düzenleme yapmayan Fransa’nın görev yaptığım bir üniversitesinde; ikincisi ise, yine görev yaptığım Marmara Üniversitesi Haydarpaşa yerleşkesinde geçiyor.

Bu çağrışım, Başbakan Erdoğan ve CB adayı Gül’ün, “İslami başörtü” için “bireysel özgürlük”deyimini kullanmaları vesilesiyle doğdu. Devletin resmî görevlisi olarak Fransa’da bulunan din görevlisi yurttaşımızın kızı mı özgür; Marmara Hukuk’a başları açık giren kızlar mı; yoksa resmî kabullerde bile türban takmakta kararlı olan hükümet veya devlet başkanlarının “eşleri” mi? Derslere sıkmabaş girebilen kız, babasının sıkı gözetimi altında eğitim ve öğrenim özgürlüğünden ne ölçüde yararlanabiliyor? Oysa ki, özgürlük ve sınırlama ilkesi arasında “uz-laşma”yolunu seçen Marmara Hukuk öğrencileri, hem eğitim haklarını kullanıyor ve sosyalleşi-yor; hem de ders saatleri dışında dinsel inançlarını diledikleri şekilde uygulamaya koyabiliyor.

Acaba “first lady”ler, “İslamî başörtü”yü, resmî tören, kabul veya gezilerde aralayamaz mı? Eğer örtüyü “bireysel tercih”le belirlenen bir edim olarak algılıyorlarsa, neden olmasın? Ama tabii ki, türban gerçekten bireyin “özgür” iradesine dayanıyor ise! Çünkü her özgürlük, belli bir yönde ya da farklı biçimde karar verme veya davranma seçeneğini de içerir. Örneğin bir derneğe üye olma zorunluluğu varsa, dernek özgürlüğü yoktur. Aynı şekilde, başörtüsü bir mecburiyet (dinsel bir emir) olarak algılanıyorsa, burada artık bir tercihten söz edilemez.

Bu temel ayrımla, özgürlükleri düzenleme ve kayıtlama ilkesini birbiriyle karıştırmama-lı. Öznesine, kullanım yer ve zamanına göre farklılaşmalar doğal. En klasik ayrım, resmî görevli ve yurttaş arasında yapılır. Yetki ve sorumluluk, ilkini çerçevelediği halde; hak ve özgürlük, ikincisi için belirleyici. Daha önceki yazılarımda sıkça değindiğim özel-kamusal-resmî alan ayrımının mantığı ise, özgürlüğü daha çok kayıtlamak değil, ilk iki alanda müdahaleyi en aza indirgeyici güvence yaratmaktır.

Kamu görevlileri, hizmetin gerekleri ve yansızlık adına, birçok özgül kurala uymak zorunda. Giyim-kuşam buna dahil. Ya öğrencilerin durumu? Ne kamu görevlisi, ne de sıradan kamu hizmeti yararlanıcıları. Ama belli bir statü içerisine konulmuşlardır. Statü, iki açıdan düzenleme demek. Olumlu anlamda: Eğitim-öğ-renim özgürlüğünün yüksek öğrenim anlamında gerçekleşmesini sağlamak. Olumsuz anlamda: Hukuksal düzenlemeler, dinsel gereklilik ve yasaklardan kaynaklanamaz, etkilene-mez, esinlenemez.

Ya giyim-kuşama ilişkin düzenlemeler? Bunlar ancak eğitim faaliyetini aksattığı ölçüde mümkün olduğundan, genel bir başörtüsü yasağını, özgürlük adına haklılaştırmak zor. Peki sorun nerede? Diğerleri arasında biri ve belki de başlıcası şu: Öğrencilik statüsü sona erdikten sonra kamu görevinde başörtüsü yasağına dair açık bir düzenleme yapmak. Statü değişikliği yasakçı düzenlemeyi haklı kıldığından, başörtüsü de buna bağlı olarak göreceli hale gelir. Bu düğüm noktası, yöneticiler için de bir içtenlik sorunu.

Devlet Başkanı’nın eşinin “İslami başörtülü, “bireysel özgürlük” düzleminde neyi ifade eder? Eğer bu yalnızca bir özgürlük sorunu ise, toplumun çoğunluğunun beklentisi doğrultusunda, resmî kabul, tören ve seyahatlerde örtüyü aralamak elbette mümkün. CB adayının bütün toplumu kucaklama yönündeki kararlı ve sürekli söylemi, first lady’nin bu yöndeki edimini politik açıdan da meşru kılar…

Bu, bir “uzlaşma” yoludur aynı zamanda. Eğer böyle bir esneklik gösterilemiyorsa, o zaman bireysel tercihten değil, sadece karşı konulamaz bir emir veya mecburiyetten söz etmek, en azından dürüstlük ilkesi gereği değil mi?

“İslami başörtü” sınavı başlıyor toplumumuz için. “Hiç türban takma” söylemi, mücadeleci ve dayatmacı lâiklik anlayışını; “türbanı asla çıkarmam” yaklaşımı ise, radikal İslâm anlayışını ifade eder. (Ilımlı İslam ise, Ürdün ve Suriye gibi ülkelerde yaşanan tarzı. Unutmayalım ki, biz o eşiği 3 Kasım 2002 seçimleriyle aştık). İkilem şurada: Örtüyü bir mecburiyet olarak anlamak (radikal İslam) ve hiç kabul etmemek (mücadeleci laiklik). Çözüm ise, resmî görevlerle bağlantılı tören, kabul ve seyahatlerde başörtüsünü aralama yoluyla laktiğin ve İslam’ın özgürlükçü ve ılımlı uygulanmasında, yani “uzlaştırılması” nda. Sınav, en geç 28 Ağustos günü başlayacak. Hazır mı taraflar?

Yoruma kapalı.