Jean Monnet Fakültesi’nde laiklik tartışmasının bedeli ne?

Jean Monnet Fakültesi’nde laiklik tartışmasının bedeli ne?

Geçen pazartesi akşam üzeri, Paris XI Üniversitesi Hukuk Fakultesi kampusu girişinde “Faculé Jean Monnet” yazısını okuyunca bellek Ankara”ya kaydı.

İstanbul”da gün doğmadan yola koyulduğumdan yorgunluğum, belleğimdeki geçmise dönuk çağrışımlar, zihni canlanmayi saglamadı değil; tatsız da olsa.

2006 Kasimi, son cuma akşamı: Hulki Cevizoğlu”nun “Ceviz Kabuğu” programına katılma gafletinde bulunmuştum. Programın ilerleyen saatlerinde kendisiyle telefon bağlantısı yapılan YD (Yılmaz Dikbaş) adında biri, Jean Monnet kürsülerinde AB”nin eleştirilmesine kesinlikle izin verilmediği yolunda inciler dökmeye başladi.

Amacı, benim de AB”den projeler yoluyla yardım aldığımı iddia etmekti. AB”ye eleştiri yoneltilemeyeceği yönündeki ısrar, sadece bilgi eksikliğinden kaynaklanmıyordu. Belirleyici olan AB düşmanlığı idi…

KAHVEHANELERDE EğITIM:

CYDD, 2003-2004 yıllarında özgün bir projeye imza atti: Kahvehanelerde İnsan Hakları eğitimi. Projeye 50 bin avro ile katkiıda bulunan AB, uygulamayı -mali bakımdan- izleme görevini yerine getiriyordu.

Eğitimcilerin eğitimine katkıda bulunan meslektaşlar, ders ücreti almadikları gibi, yol giderlerini bile kendileri karşıliıyordu. Hatta bir kaç kez, proje yürütücülerinden, “hiç değilse genç meslektaşların ulaşım giderlerini karşılamaları” ricasinda bulundum. Ama bu bile mümkün olmadı.

Yılmaz Dikbaş vb “mufteri”ler, bu tür projeler için mali desteğin, projenin uygulanmasına harcandığını ve bunun da sıkı bir denetim altında tutulduğunu bilmiyor olabilir miydi? Yoksa, bizatihi bu tür projelere karşı oldukları için mi, belden asağı vurma kampanyasını canlı tutuyorlar?

ACILARI PAYLASMAK

Ayni kişi, “özür dileyenler…” baslikli bir liste hazirlamış, 20 Aralik 2008″de. Benim adımın yanına “Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği”ni de zikrederek, “193,548.73 avro” yazmış.

Önce şu hususu belirtmekte yarar var: bazı çevrelere göre, “özur yerine acıları paylaşmak”, daha yerinde bir tavır olurdu. Bu göruşe katılıyorum; “Acıları paylaşmak”, kampanyanın daha geniş kesimlerce desteklenmesini de sağlayabilirdi. Hatta, ilk metin öyle idi…

Ancak şu da bir olgu: İmza kampanyasina en yoğun tepki veren kesimler, bu tür girişimlerin her türlüsune karşılar. Onları, ancak inkar kampanyası tatmin edebilir.

Ermeni sorunu ile hiç ilgisi bulunmayan bir olayı hatırlayalım: İHDK”nin Ekim 2004″te kabul ettiği “Azınlık hakları ve Kültürel Haklar Raporu”na gösterilen tepkinin özünde, “Türk” yerine “Türkiye” denmesi yatiıyordu. Linç kampanyası sonucu açilan dava, henüz bitmedi gerçi; ama Yargıtay CGK”nun TCK m.216″ya iliskin olarak verdigi karar, iki açiıdan olumlu ve önemli:

– Yargi, çogul yonunu ortaya koydu,

– “Türkiye” (Anayasa”nın değişmez hükmü) ve “Türkiyeli” kullanımını teyit ve tescil etmiş oldu…

Özetle, etnik milliyetcilik inkar politikasına dayalı: Kıbrıs sorununu, Kürtleri ve diğer halkları inkar edeceksiniz, “makbul (!) vatandaş” olmak için.

İNSAN HAKLARI DUŞMANLARI…

“Türkiye”de laikliğin hukuki rejimi”, J. Monnet”deki konferansın konusu. Meslektaşlarin ilgisi sevindirici; bu arada Prof. Baubérot gibi omrunu laiklik çalışmasına vermiş bir kişinin, “Dünyada laiklik” adıyla dilimize çevrilen kitabının Türkçe baskısını imzalayarak getirmesi hoş bir sürpriz oldu…

Doğru, laiklik sadece Türkiye”nin sorunu değildi. Gerçi Türkiye laikliği, artık Avrupalılaşmıştı; en azından “Avrupa şemsiyesi”, laiklik eksenindeki kutuplaşma ve çatiışmaları “aklileştirme”ye katkiıda bulunabilirdi. Ne var ki, sorun içeride idi; çünkü, “demokrasi ve laiklik” ekseninde mevcut gerilim aşılması bir yana, tam tersine derinleşiyordu; oysa insan haklari, laiklik ve demokrasinin hem dayanağı, hem de ortak paydası idi. Bu üçlü dengenin saglanması zaman alacakti…

Belki biraz yuzeysel geçilen asıl neden ise; bilgisizlik, milliyetçilik, ırkçılık ve yukarıdan güdülenen maneviyatçılığın ülke sathiına yayılması idi; bunlara, gelir dagılımındaki büyük dengesizlikler de eklenince, insan hakları düşmanlığını besleyen kaynaklar Anadolu bütününe yayılıyordu…

Ülke sorunlarına tartışma yoluyla çözüm arayışı sürecinde uluslararası etkinliklere karşı çıkılması, olsa olsa “insan hakları düşmanlığı” ile açıklanabilirdi.

UZUN SOLUKLU BIR MUCADELE

Hak ihlallerinde asil olan baskalarini savunmak. çunku, insan haklari magdurlari genellikle zor durumda olanlar, toplumsal katmanların alt kesimlerinde yer alanlar, somurulen sınıflar, muhalifler, dilsel-dinsel ve etnik azınlık mensupları…

Bu nedenle insan haklari savunucuulugu, baskasinin haklari karsisinda duyarlilik ile dogru orantili. Fakat kendinizi savunmaz ise, baskalarini savunamama konumuna düşebilirsiniz.

Bu nedenle, Yılmaz Dikbaş”a karşı hem ceza davası hem de tazminat davası için Av. Oya Aydin gerekli çalışmaları tamamladı; şimdi sıra, Yılmaz Dikbaş”ın attığı çamurun gerçegi yansıtmadığını bilme konumunda bulundukları halde, bu tür yalan ve karalayiıcı haberleri, fikirlerini paylaşmadıkları kişileri belden asaği vurmak için kullananlara karşı yasal yolların işletilmesine geldi.

Duyarli okurlardan ve dostlardan ricam şu: Rastlamalari halinde tarafıma atılan çamurdan beni haberdar etmeleri.

İnsan hakları duyarlılığının genelleştiği bir ülkeye sahip olabilme umuduyla hepinize teşekkurler, sevgiler….

Yoruma kapalı.