Kayıp: Ölüm mü, doğum mu?

Kayıp: Ölüm mü, doğum mu?

Yılın sondan ve baştan ikinci ayları hüzünlü gelir. Yaprak dökümü ve yağmurların ötesinde üst üste kayıpları da ifade eden kasım ve martı selamlayamadan kışın son darbesini indiren şubat. Babanızı yitirdiğiniz kir-li-karlı bir Ankara şubatından sonra, geçen 30’un son 3’ü sırasında “derin devletin farklı görünümlerine tanık olduğunuz şubat ayları, karakış geride kalsa da, kirli-karalığı ile belleğinize yer etmiştir; bazılarının tohumları kasımda ekilmiş olsa da…

Konumuz, kasım kayıpları. 10 Kasım’ı belirtmeye gerek yok. İki ölüm ve bir doğumdan, yani üç kayıptan söz edeceğim.

– İlk kayıp: 1982 Anayasası. Bulutlu, biraz soğuk, kasvetli bir Ankara sonbaharında, 7 Kasım Pazar günü gittik sandık başına. “Sandık iklimi” de farklı değildi: Anayasa Tasarısı’nı tartışmanın bile yaptırıma bağlandığı bir ortamda kurulduğu için değil sadece; Devlet Başkanı K. Evren de oylandığı ve sonucunda Cumhurbaşkanı seçileceği için. Dahası, mavi renkli “hayır” pusulası, zarfın dışından bile fark ediliyordu. Üstelik, “hayır oyu verenler tutuklanacak” fısıltısı da dolaşmıyor değildi. Kısacası, seçeneksiz bir Anayasa ve Cumhurbaşkanı oylaması (“ple-bisiter referandum”) söz konusu idi. Yıllar sonra, bir anayasacı meslektaş, “evet” oyunu itiraf ederken, “korktum!” demişti.

– Diğer iki kayıp: iki Bülent. 1980 darbesinin ortaya çıkardığı rejime karşı ödünsüz eleştiri görevini üstlenen demokrasi savunucuları; siyaset dünyasından Bülent Ecevit (s.ıı.’oö), bilim dünyasından ise, Bülent Tanör (28.ıı’02). Biri politika, öbürü ise üniversite yasağı mağduru idi. Ortak yanları: B. Ecevit aktif siyaset dışında kaldı; ama yazı, yayın ve sözleriyle muhalefeti sürdürdü. B. Tanör ise, üniversitede ders veremedi; ama yazdı, yayınladı ve eleştirdi. Askerî yönetime yurt içinden ve dışından en ciddi eleştiri oklarını yönelttiği sırada bile, bilimsel ölçütlerden vazgeçmedi. Örneğin, “İki Anayasa: 1961-1982”, çeyrek asırlık siyasal yaşam kesitini anayasal eksende irdeleyen özlü bir yapıt olarak, yirmi yıldır güncelliğini sürdürmekte.

Yasak, siyasal muadilleri (Özal) ve meslektaşları (6 Kasım 1981’de kurulan YÖK) tarafından yeterli görülmemiş olduğundan, siyasetin duayeni, ancak halkoyu ile geri dönebildi; anayasa duayeni ise, mahkeme kararı ile.

Bülent E’yi Hamzakoy’a gönderen üniformalı “siyasetçilerim (!) güdümünde, Bülent T’nin meslektaşlarınca yazılan Anayasa’nın dayanıklılığı, beş yıl ile sınırlı kaldı. Buna karşılık her iki duayen, 1987’de başlayan “anayasal onarım” sürecinde yer aldı; biri fikren, diğeri fiilen. Tanör, önerilerinin önemli bir kısmının anayasal düzlemde uygulamaya geçirildiğine tanıklık ederek ayrıldı aramızdan. Ecevit ise, özellikle 2001 Anayasa değişikliği ile, uygulamada yer aldı. (Bunlara, ölüm cezasını kaldıran, kültürel hakları tanıyan ve yargılamanın yenilenmesine olanak sağlayan uyum yasaları (ilk 3 paket) eklenebilir).

Bülent E, önce “asansörle yükselttiği” partililerinin ve sonra seçmenlerinin darbesi ile siyaset arenasından çekilmek durumunda kaldı. Bülent T ise, son iki yılını, yönetici meslektaşları yüzünden bir başka üniversitede geçirecekti. İlkinde Türkiye’nin “demokrasi açığı”, ikincisinde “üniversitelerin demokrasiye kapalılığı” etkili oldu.

“Demokrasi açığı”, önemli reformlara damgasını vuranları tamamen süpürdüğü, başkalarına ise 13’lük oy karşılığında 23’lük sandalye çoğunluğu sağladığı için, hukuk devleti adına, getirilenler ve götürülenlerin sağlıklı bir bilançosunu kurmak zorlaşıyor. Bu bakımdan, Anayasa’yı bile değiştirebilecek çoğunluğa sahip AKP’nin ilk iki yılda yaptığı katkının derecesi tartışılabilir; ama son iki yılda kaybedilenler çok daha belirgin. Bu tablo, üçlü Koalisyon’la “uzlaşma kültürü”nün sınırlarını zorlayarak gerçekleştirilen reformları daha değerli kılmıyor mu? Sırf farklı düşünenler üzerine atılan “301 taş”\ kuyudan “Avrupa vinci” ile çıkarma çalışmalarının sürdüğü bir ortamda, demokrasi ve özgürlük adına neyi tartışacaksınız? Üniver-site’ye gelince, kendini demokrasiye kapalı tutacak kadar “kapıları sağlam”, kilitleri Anayasa’dan bile eski. Sözün özü: doğumlar da, ölümler gibi hüzünlü olabiliyor…

Yoruma kapalı.