“ Laiklik: Sürekli bir güncellik ”

- Devamı için tıklayınız -

Türkiye’de onca önemli olay yaşanırken, “şimdi nereden çıktı bu laiklik?” diye sorulabilir. Buna hemen şu karşıt soru ile yanıt verilebilir: “Laiklik ne zaman gündemden düştü ki?” Ya da, “eğer laiklik üzerinde konsensüs olsaydı, acaba bu sorunlar yaşanır mıydı, ya da böyle mi yaşanırdı?”

Konsensüs (oydaşma), bir konu veya sorun uzerine benzer yaklaşımı değil; en azından asgari müştereklerde mutabakatın varlığını gerekli kılar. Konumuz açısından şöyle de sorulabilir: acaba laiklik üzerine Türkiye’de ortak payda alanı nedir? Ya da gerçekte var mıdır?

Devlet-din ilişkileri ya da birey-din ilişkilerinin resmî alana taştığı durumlarda, yaklaşım tarzımız ne ölçüde tutarlı olabilmektedir? Bunlar, diğer toplumsal ve siyasal sorunlara bakışın anahtarı…

‘TÜRKİYE VE FRANSA’DA LAİKLİK İLKESİ’

İşte, önceki gün, laiklik ilkesi etrafında öbeklenen sorunları tartışan toplantının başlığı. Yer, Montpellier Üniversitesi Hukuk ve Siyasal Bilimler Fakültesi. Toplantı, konusu nedeniyle önemli değil sadece; “Fransa’da Türkiye yılı” vesilesiyle düzenlemiş olması da anlamlı. Çünkü, bu çerçevede, hep Paris etkinlikleri ses getiriyor. Oysa, birçok Fransa üniversitesi, ülkemizle ilgili sorunları öğrenme ve tartışmaya çok açık; karşılıklı ilişkilerin geliştirilmesinde de çok istekli. Montpellier Üniversitesi, bunların başında geliyor. Anayasacı Prof. D. Rousseau ve İnsan Hakları uzmanı Prof. F. Sudre, çok önemli iki beyin. Kısaca, şöyle de ifade edilebilir: Fransa, Paris’ten ibaret değil, Sarkozy’den ise hiç değil…

TARİH NASIL YAŞANDI?

İki farklı ülke, iki ayrı tarih ve iki ayrı çoğunluk dini. Böyle olunca, laik rejim öncesi ve sonrası ayrımı da haliyle özgül yaşanacak. Fransa, laikliği bugünkü anlamında büyük ölçüde 1905 yasası ile tamamladı: kilise-devlet ayrılığı, vicdan özgürlüğü ve laik eğitim (Prof. A. de Mari). Bize gelince; II. Meşrutiyet dönemi, farkında olmadan, Cumhuriyet’in inşa edeceği laik sistem için zemin oluşturan somut adımlara da vesile oldu. Hatta, Prof. A. Kuyas’a göre, “fiili laiklik”ten söz edilebilirdi. Laiklik sözcüğünü ilk kez 1871’de kullanan Fransa, kendi tarihini yazacaktı; ama, anayasalaştırmayı Fransa’dan önce yapan Türkiye tarihi de özgündü.

Ya laikliğin bugünü? Acaba geriye dönülmez bir kazanım mı? Bu soru, Fransa için ne ölçüde gereksiz ise; tam tersine, Türkiye açısından da o denli yaşamsal.

‘YARGIÇSIZ HÜKÜMETLER’ DAHA SAKINCALI

Yasama ve yürütme, düzenleme ve uygulamalarıyla, laik rejimin temel gereklerini yerine getiren devlet organları.

Zaten halk da, onlara başta dünyevi sorunlarını çözmek ve birlikte yaşam ortamının asgari gereklerini sağlamak amacıyla yetki vermiyor mu? Din dahil, inanç özgürlüğünü güvencelemek de, onların yükümlülüğü. Bunun için, iki temel ilke öne çıkıyor:

•Farklı din ve inançlar karşısında nötr (yansız ve kör) bir tavır, onlar arasında ayrım yapmama,

•Çoğunluk dini veya dinsel inanç alanı dışında kalanların farklı işlem görmesini önlemek.

Konunun çerçevesini anayasa belirliyor. Türkiye’de anayasal kurallar, Fransa’ya göre daha fazla. Ne var ki, Fransa Anayasa Konseyi kararları (Doç. E. Sales), Ankara AYM kararlarına göre daha az. Hatta Fransa’da laikliğe ilişkin ilk karar, 1977’de veriliyor; yani bizdekine göre hayli geç kalınmış…

Anayasa yargıçları, anayasanın üstünlüğünü sağlamakla görevli. Demek ki, fazla hüküm konulması, anayasaya saygı için yeterli değil. Acaba, yakınma konusu, “yargıçlar hükümeti” mi olmalı, yoksa “yargıçsız hükümetler”den mi korkmalı?

DEĞERLER Mİ, HUKUKİ İLKELER Mİ?

İnsan Hakları Avrupa Hukukuna laiklik kavramının bu denli girişini Türkiye sağladı. İHAM kararlarına eleştirel (Prof. Gonzalez) yaklaşmalı kuşkusuz. Ama unutmamalı ki, Strasbourg organlarının din özgürlüğü ve laiklik uzerine kararları, Türkiye’de “laik konsensüs” üzerine asgari meşruiyet öğelerini pekiştirdi. Siyasal partilerin laiklik karşıtı eylemleri başta gelmek üzere, TSK mensuplarının ordudan ihracından, üniversitelerde başörtüsü sınırlamasına kadar, Türkiye’deki düzenleme ve uygulamalar, İHAS’a uygun bulunmadı mı? Ama, anayasal amaç ve çerçeveye aykırı (Doç. E. Öktem) bir şekilde okutulan zorunlu din dersleri nedeniyle ilk kez mahkûmiyet kararı, Türkiye tarafından uygulanmadı bile.

Bu konuda oyalama taktiği devam ederken, kimliklerdeki “din kaydı” da İHAS’a aykırı bulundu. Bu tarihi fırsatı, 15 yıl önce AYM kaçırmıştı; neyse ki, Türkiye’nin imdadına Avrupa yargıçları yetişti. Hükümet, şimdi yükümlülük karşısında: nüfus cüzdanlarını hemen değiştirmek, sadece yasada yapacağı bir sözcük değişikliği ile…

Yoruma kapalı.