“ Lâiklik ve sekülarizm ”

- Devamı için tıklayınız -

Devlet için, “lâik” veya “seküler” sıfatları kullanılır anayasalarda.

Neden iki farklı niteleme? Laisizasyon-sekülarizasyon ayrımının kaynağı ne?

Sekülarizasyon (çağdaşlaştırma) mantığında, dinin ve farklı toplumsal faaliyet alanlarının birbirine bağlı ve aşamalı biçimde evrimi ve dönüşümü sözkonusu. Protestan toplumlara özgü bu süreç, Katolik bağlamda geçerli olmaz; çünkü, kilise hâkim konumda.

Buna karşılık, laisizasyon (lâikleştirme) mantığı, Katolik ülkelerin belirgin niteliği; orada kilise, toplumsal yaşam bütününü kucaklama eğilimi taşıdığından, devlete rakip bir güç olarak ortaya çıkar. Siyasal iktidar, kamusal ve toplumsal faaliyet alanlarını, kilise hâkimiyetinden kurtaracak şekilde örgütlenir. Din ise, elden geldiğince bireylerin vicdanına ve özel yaşam alanına itilir…

İslâm’ın dünyevî yaşamı siyasal ve toplumsal boyutlarıyla düzenleme eğilimi, Katolik dininden daha baskın olduğuna göre, lâiklik seçeneğinin öne çıkması, anlaşılır bir durum, hatta doğal. Gerçi bizde lâiklik, 1937’de ana-yasalaştırıldı; ama dönüm noktası, 10 Nisan 1928: “Türkiye devletinin Dini, din-i İslâmdır” (m.2) cümlesi ile, TBMM’nin görevleri arasında yer alan, “ahkamı şer’iyenin tenfizi”(m. 26) ibaresi, Anayasa’dan çıkarıldı. 5.2.1937’de ise, aynı maddeye, “Türkiye Devleti,… Lâik ve İnkılapçıdır” hükmü kondu…

Değerler sistemi olarak lâiklik, öncelikle, dünyevî olanın ruhanî olandan bağımsızlaşmasını ifade eder. Teolojik anlayışın değil, lâik bir düzenin ürünü olan insan hakları (İH) ise, modern siyasal yaşamın ve demokrasinin üretecidir. Demokratik kuram, egemen güç olarak, insanı, ilahî iktidarın yerine geçirir. Kişiyi, din özgürlüğünün öznesi yapan bir süreçtir bu. Demokrasi-İH arası ayrılmaz ilişkinin anlamı şu: din özgürlüğü, ruhanî iktidarın reddi sonucu kazanıldı.

Uluslararası İH belgeleri de, her tür metafizik referanstan kaçınır. İH, belli bir inanç sisteminden bağımsız olarak tanınır. Bu bakımdan, uluslararası toplum da lâiktir. İslâmî ülkelerce hazırlanan İH belgelerinin, evrensel eğilimlerden ayrılma nedeni bu noktada toplanıyor: dinsel buyruklarla İH ilkelerini uzlaştırma çabası, kadın-erkek eşitsizliği sorununda başarısız kalıyor.

Lâikleşme ve sekülerleşme günümüzde ortak özellikler yansıtır mı? Bir görüşe göre, lâikliğin olumsuz, sekülarizmin ise dinamik anlamı var: “Lâiklik bir devletin örgütlenmesini ve işleyişini nelerin belirlememesi gerektiğini; sekülarizm ise nelerin belirlemesi gerektiğini söylüyor: ‘çağın’ felsefi düşüncesinin oluşturduğu fikirler, ortaya koyduğu bilgiler.” (İ. Ku-çuradi). Buna göre “çağdaş devlet”, hukuku yalnız dinsel normlara değil, yerel ve kültürel normlara da dayanmayan; sadece İH ilkelerini temel alan devlettir: “insan haklarına dayalı devlet”. Böylece, “çağdaş devlef’in onsuz olamayacağı bir ilke olarak lâiklik, İH’nın belirleyici olabilmesinin de önkoşulu.

Sadece lâiklik üzerine vurgu yapan diğer görüşe göre, özellikle eleştirel düşünce temelinde, lâiklik, “sürekli bir demokratikleşme yöntemi”d’\r (R. Fossaert). Biri İH’na, öbürü demokrasiye vurgu yaptığından, her iki görüş birbirini tamamlıyor. Zira, İH demokratik rejimin toplumsal altyapısı; hukuk devleti ise, sistem ve içerik olarak, bu birlikteliği sağlayan siyasal örgütlenmenin adı….

Türkiye’deki durum ne? “Devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma” yasağı (Any. m. 24/son), lâikliğin olumsuz yönünü; eğitim ve öğretimin, “çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre yapılması” (m. 42) ise, sekülarizm ilkesini yansıtır.

Bu düzenleme karşısında, dinin toplumsal ve siyasal yaşamdan uzaklaştırılmasını sorgulayarak, lâiklik yerine sekülarizmi öneren çevreler, her ikisinin mantık örgüsünden hareketle, aralarındaki ilişkiyi görmek durumunda. Bu yapılamaz ise, lâiklik üzerine ortak paydalar oluşturma bir yana, din özgürlüğü bile saygı göremez. Gerçekten, Avrupa, Türkiye’de lâikliğin güvencesi olarak Ordu’yu (TSK) görüyor. Oysa bizler, son yıllarda İH Avrupa Mah-kemesi’ni lâikliğin kurtarıcısı olarak algılamaya başladık. Şimdi de, zorunlu din dersleri vesilesiyle İHAM’ın, din özgürlüğü lehine karar vermesini bekliyoruz.

Ancak, unuttuğumuz bir nokta var: lâiklik-se-külarizm sentezi, ancak sivil ve siyasal toplumun düşünce ve ifade özgürlüğünü kullanabilmesine bağlı. Bunun için de tartışma saydamlığı gerekli. Britanyalıların dediği gibi, eğer “inancın başladığı yerde düşünce” bitmiyorsa…

Yoruma kapalı.