“ Meşru ve haklı bir grev ”

- Devamı için tıklayınız -

25 Kasım Çarşamba günü kamu görevlileri sendikaları, yarım gün süreyle iş bıraktı. Grev, birçok yönden anlamlı: insan hakları, demokrasi ve uluslararası ilişkiler bakımından.

İNSAN HAKLARI MÜCADELESİNİN BOYUTLARI

Grev, kamu görevlilerinin, 1982 Anayasası’nın yasakçı düzenlemelerini aşmak amacıyla yirmi yıllık çok yönlü mücadelelerinin ulaştığı eşiği yansıtmakta.

Kamu görevlileri, önce sendika hakkını, sonra toplu sözleşme hakkını elde etmek amacıyla, eylemsel ve hukukî mücadeleyi birlikte yürüttü. Bu süreçte, bilgiyi ve fikrî beslenmeyi hiç ihmal etmediler.

Bunu, 1982 Anayasası’nın ilk haliyle yürürlükte olduğu dönemde yaptılar.

1982 metni, kamu görevlilerine sendika hakkı tanımamıştı; ancak bu konuda bir yasak da öngörmediğinden, “anayasal sessizlik” söz konusu idi.

Bu süreçte, en önemli açılımı Danıştay yaptı: Türkiye’nin 1954’te onayladığı İHAS m. 11 çerçevesinde, kamu görevlilerinin sendikal örgütlenme hakkını tescil etti. Yargıtay ise, 657 sayılı yasa gereğince örgütlenmenin mümkün olmadığı yönünde karar verdi.

Hukukî ve siyasal karmaşa, 1995 Anayasa değişikliğine kadar sürdü. Ne var ki, sendikal hak açıkça tanındığı halde, “toplu görüşme”, belirsiz bir biçimde ve daha çok, görünüşü kurtarmak amacıyla tanınan bir olanak olarak düzenlendi.

‘SOSYAL HAKLAR AVRUPA MAHKEMESİ’

Nitekim, uygulama, toplu görüşmenin, hükümet ile kamu görevlilerinin aynı masa etrafında oturması ötesinde, pazarlık sürecini içermediğini çok geçmeden kanıtladı.

Ama bu arada Türkiye, anayasal açılıma devam etti: 2001’de m. 13’ün yeniden yazılması, hak ve özgürlük güvenceleri bakımından kayda değer: hakkin özü ve ölçülülük kriterleri.

2004’te ise, İH uluslararası hukukunun iç hukuka üstünlüğü kabul edildi (m. 90/son).

Fakat hükümetlerin, kamu görevlilerine ve sendikalarına yönelik uygulaması, sanki anayasal açılımlar yapılmamış havasında devam etti.

Bu nedenle kamu görevlileri, bu kez İHAM’a başvuru haklarını kullanmak zorunda kaldı.

İHAM, iş bırakma dahil olmak üzere, sendikal eylem ve etkinlikler nedeniyle kamu görevlilerine uygulanan yaptırımları, İHAS m. 11’e aykırı bularak Türkiye’yi mahkûm etti. Bunlar arasında, Karaçay/Tr. (17.03.2007), Satılmış ve diğ./Tr. (17.07.2007), Urcan ve diğer Tr. (17.07.2008) kararları belirtilmeli.

Bu arada, Danıştay da, iş bırakma eylemine uygulanan yaptırımı, sendikal faaliyet çerçevesinde iç hukuk kurallarına aykırı buldu…

Bunların yanı sıra, İHAM’ın verdiği ve Büyük Daire’ce de onaylanan Demir/Baykara kararı (12.11.2008) kayda değer. Kamu görevlilerinin “toplu sözleşme hakkı sendika özgürlüğünün ayrılmaz Parçası”dır diyen İHAM, Türkiye’nin m. 11’i ihlâl ettiğine karar verdi. M. 11’in koruduğu haklar alanının sosyal haklar bakımından genişletilmesi ve pekiştirilmesi, haklı olarak, “Sosyal Haklar Avrupa Mahkemesi”nin gelişi şeklinde bir nitelemeyi [1] beraberinde getirdi (…)

DEMOKRATİK AÇIDAN

Gerçi İHAM, adı geçen kararlarında sıkça “demokratik toplum” kriterini hatırlattı. Yani, sendika özgürlüğü çerçevesinde kullanılan hakların, amaçlar mevcut olsa dahi, ancak demokratik toplum bakımından zorunluluk varsa sınırlanabileceğini vurguladı.

Demokratik toplum bakımından, konunun iki yönüne dikkat çekilmeli:

•Kamu görevlileri; büyük bir sorumluluk örneği göstererek iş bırakma eylemini uluslararası standartlarda gerçekleştirmiştir. Acil kamu hizmetlerini aksatmaksızın, “minimum kamu hizmeti” gereğini de yerine getirdi.

•Hükümet ise; aylardır demokratik açılım söylem ve eylem kararlılığını sürdürdüğü halde, kamu görevlilerinin birkaç saatlik iş bırakma eylemine, öncesi-esnası ve sonrasında tepki gösterdi; hukukun gereğini yapma tehdidini eksik etmedi.

Oysa, grev eylemi, hükümetin demokratik açılımına “adı konmamış bir destek” olarak görülebilirdi. Zira, etnik, milliyetçilik ve hatta ırkçılık temelinde ortaya konan eylemlerle ülkenin iç savaşa sürüklendiği bir sırada, “emek ekseni”nde bir toplu eylem, “can simidi” şeklinde görülmeli. Bu bakımdan, 25 Kasım eylemini gerçekleştiren bütün sendikaları ve destekçilerini kutlamak gerekir, Türkiye barışı ve demokrasisi adına.

Hukukî açıdan ise, yer darlığı nedeniyle İLO (UÇÖ) sözleşmelerine değinilemedi; ancak, burada değinilen anayasal gelişmeler ve Avrupa süreci, kamu görevlilerini haklı kılıyor ve hükümete görev yüklüyor: meşru ve haklı olan kamu görevlileri grevi hukukîdir aynı zamanda. Hükümete düşen görev ise, artık aşılmış bulunan mevzuatta grev yasağına ilişkin kalıntı hükümleri temizlemek, ayrıca toplu sözleşme hakkı için yasal çerçeve hazırlamak…

[1] Limoges’dan iki meslektaş, J.-P. Marguénaud ve J. Mouly, Demir ve Baykara kararını inceledikleri makaleye, şu başlığı koymuş: “L’avènement d’une Cour européenne des droits sociaux”.

Yoruma kapalı.