“ Önce yürürlükteki Anayasa’ya saygı… ”

- Devamı için tıklayınız -

Yerel seçimler öncesi, “anayasa” yeniden gündeme taşındı. Ne var ki, katı merkeziyetçi yapının çevreye doğru esnetilmesi üzerine hiçbir açılım yok. Gerçi konumuz, değişiklikle getirilmek istenenden çok, yönteme ilişkin; saklanmak istenenleri gözardı etmeden. Yasama seçimlerinde dillendirilen “sivil anayasa” söylemini, “Öncelik: Anayasa mı, “3 S” mi?” (8.8.’07) başlıklı yazıyla sorgulamıştım. Özetle: siyasal partilere, seçimlere ve sendikalara ilişkin yasalar, anayasal düzenlemenin gerisinde. TBMM, öncelikle bu yasaları yenilemeli, demokratikleşme yolunda somut adımlar atmak için. Zira, anayasayı yenileme işi, hem zaman alır, hem de 22. dönem Meclis’inin sınırlarını aşar. Nitekim AKP, “sivil anayasa” söylemini, yıl tükenmeden noktaladı. 2008’de ise, mevcut Anayasa’yı araçsallaştırma çalışması öne çıktı. Bu arada, “3 S”ye dokunulmadı bile.

İHMALLERİ İHLALLER İZLEDİ

Anayasa 20 yılda kayda değer değişiklikler geçirmişti. Özellikle 1995 ve 2001 iyileştirmeleri, yasalar yoluyla henüz uygulamaya yansıtılamamıştı. Bunların başında, “3 S” ile ifade edilen yasalar geliyordu. Gecikme, yasama meclisinin ihmali anlamına geliyordu. Savsaklamalar, zaman geçtikçe olumsuz etkilerini göstermeye devam etti. Ne var ki, daha vahimi oldu: bu kez yürütme ve yargı organları, Anayasa’yı ihlal etmeye başladı; hem de özgürlük güvenceleri pekiştirilen maddeleri. Nedir bunlar? Kişinin bedenine ilişkin haklar ve güvenceler, düşünce-ifade özgürlüğü, toplu eylem özgürlükleri başta gelmek üzere, geniş bir haklar ve özgürlükler kategorisi. Üstelik, md. 13’te somutlaştırılan güvence ilkeleri de unutularak: demokratik toplum, hakkın özü, ölçülülük…

Örneğin, 2001 değişikliği ile, şu özgürlükler pekiştirildi:

-kişi hürriyeti ve güvenliği (m.19),

-özel hayatın gizliliği (m.20),

-konut dokunulmazlığı(m.21),

-haberleşme hürriyeti (m.22),

-düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti(m.26),

-basın hürriyeti(m.28).

Bunlardan son ikisinde “yasak ayıklamaları” ile yetinildi; ancak diğerlerinde, olumlu iyileştirmeler yapıldı: sınırlamada yargıç kararı için, -gecikmesinde sakınca varsa- yetkili merciin kararı için, artık “anayasal neden ilkesi” geçerli olacaktı. Gerçi, nedenler listesi oldukça uzun tutulmuştu; ancak, “kanunun açıkça gösterdiği haller” yerine anayasallık ölçütü ışığında yargı güvencesi, kayda değer.

UYGULAMA, İLK HALİNDEN DAHA KÖTÜ

Ne var ki, son iki yılda en çok ihlal edilen özgürlükler bunlar oldu. Yoğun ve sürekli ihlallerin sayısal dökümü bile zor. Öyle ki, anayasal reform öncesi ve sonrası dönem karşılaştırmasında, uygulamada sonrasının yansıttığı tablo daha olumsuz. Bunun anlamı şu: tanık olunan ihlaller zinciri, yeni ve güvenceli anayasal hükümlerin, eski ve sınırlayıcı maddelere oranla daha eğreti kalabileceğini gösterdi.

Saygı duyulmayan, zor ve şiddet kullanılarak bastırılan hak ve özgürlükler halkası genişletilebilir. Bu çerçevede, toplantı ve gösterilere karşı siyasal makamların ve kamu görevlilerinin olumsuz tavrı, seçim ortamında farklı boyutlar kazandı:

Bir yandan, muhalif ve farklı görüşlerin, hatta kendini desteklemeyen kişilerin dışlanması ve bastırılması… Devlet aygıtlarının bu yönde kullanımı, “çoğulcu demokratik toplum” kavramına ne denli yabancı kalındığını ortaya koyuyor. Öte yandan ve tam tersi yönde, kamu makamlarının iktidar partisi lehine tutum ve eylemleri, “serbest ve eşit oy” ilkesini zedeliyor. Bu da, siyasal demokrasi kavramına ne denli uzak kalındığını gösteriyor.

NE PARTİ KAPATILACAK NE DE SORUMLU CEZALANDIRILACAK(!)

TBMM, İnsan hakları ve demokratikleşme yolunda düzenleme yapmaktan kaçınadursun, önceki iyileştirmeler çerçevesinde İnsan hakları ihlallerinde baş aktör, hükümet ve kamu görevlileri. Yargı ise bunu izliyor…

Sonuç: İnsan haklarına saygıda geçen yıllara göre hayli gerideyiz.

O zaman TBMM, ihmal ile sorumlu tutuluyordu; şimdi ise, Yürütme ve Yargı, ihlal ile.

Bunları tartışmadan, anayasa değişikliğini öne çıkarmanın “kıymet-i harbiyesi” olabilir mi?

Açıkça görünenlerden bir örnek: “parti kapatılmayacak, kişi cezalandırılacak”mış. Tam tersine: ne parti kapatılacak, ne de sorumlu cezalandırılacak. Neden? Çünkü, 83. maddeye dokunulmadığı sürece, anayasaya aykırı eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan milletvekilleri, “dokunulmazlık zırhı”na bürünecekler.. Böylece, ayrıcalıklı yönetici, korumasız yönetilenin haklarını daha rahat ihlal edebilecek; hukuk devletinde daha da geriye gidilecek.

İşte, anayasal gündemin görünenlerinden biri…

Yoruma kapalı.