“ Otoriterlikten totaliterliğe mi? ”

- Devamı için tıklayınız -

“Bir süre daha kalmalı…” Bu, AKP kurmaylarının ortak söylemi. Neden? “Hükümet istikrarı için % 10 baraj kalmalı.” Peki ne zamana kadar? Tarih yok. Cumhurbaşkanı’nın TBMM’nin temsilî özelliğine vurgu yaptığı açış konuşması, barajın düşürülmesi iması şeklinde yorumlanınca, yanlış anlaşıldığını beyan etmiş. Yine de, kimi gazeteler, “demokrasi manifestosu” şeklinde tam sayfa başlık attı. Kimin demokrasisi acaba?

AKP ile diğer siyasal aktörler arasındaki ilişki, AB-Türkiye serüvenine benzetilebilir. “Üyelik ne zaman?” sorusu karşısında, “Türkiye henüz hazır değil, 2020’den önce olmaz” vb. söylemler eksik olmuyor. Ama, asıl gerekçe pek dillendirilmiyor: “ben yoluma Türkiye’siz devam etmek istiyorum”.

Statüko şu: Türkiye, AB’nin yedeğinde tutuluyor. Ama Türkiye, Avrupa’ya meydan okuyamıyor, çünkü yöneticileri kendilerini Avrupa değerleri içerisinde görmüyor…

AK parti ve diğerleri ilişkisine gelince; özellikle dışarıdan destekleyenler (şimdilerde “yetmez ama evet”çiler), AKP’nin “otoriter” tutumuna meydan okumuyor, okuyamıyor. Evet oylarını % 58’lere tırmandırmak için çok çaba harcadılar, ama AKP’yi seçim barajında kıpırdatamıyor…

Tıpkı AB yetkililerinin, Türkiye’nin Avrupa kurumlarında yer almasını önlemek için, imtiyazlı ortaklık önerisiyle, “ticari ilişkilerimiz devam etsin, ama eşit kurumsal ilişkiye hayır!” dedikleri gibi; AK parti de, “açılımlara yardımcı olun, ama sizinle iktidarı paylaşmam”, demek istiyor… Demokratik açılımı tıkayan 25 yıllık bir uygulamayı -geleceğe yönelik olarak- sürdürme iradesi, “otoriter iktidar” eğilimi ile örtüşmüyor mu?

Totalitarizm: sadece tarihî bir kavram mı?

Bilindiği gibi totalitarizm, faşist veya komünist rejim uygulamalarını betimler. Birey özgürlüğü yerine, özel yaşam dâhil, insan üzerinde kapsayıcı bir gözetim-izleme ve denetim sistemi kurmayı amaçlar. Bunda siyasal parti önemli araç.

Buna karşılık, demokratik rejimler, kendilerini “açık toplum” olarak tanımlar: insan hak ve özgürlüklerine saygı esastır; düşünce ve inanç özgürlüğü, özel yaşam ve haberleşme özgürlüğü, Devletin korumakla yükümlü olduğu öncelikli alanlardır. Özgürlük ilkesinden yararlanan dernekler ve sendikalar gibi sivil toplum örgütleri, kamu makamlarının denetimi altındadır.

Hukuk devletinde, özgürlük ilkesinden herkes yararlanır; ama, hukuk düzeni içerisinde kalmak kaydıyla.

Son yıllarda ülkemizde tanık olunan uygulamalar, açık toplumdan çok, totaliter bir toplum görünümü yansıtmaktadır.

Devlet, cemaat güdümünde, ya hukuk?

2005 öncesi ve sonrası, düşünceye karşı şiddet söylem ve uygulaması, sokaklara inmişti. Resmî makamlar, kimi zaman seyirci bir tavır takınmadı değil bu tür davranış ve eylemler karşısında. Fakat, 2007 yasama seçimlerinden sonra,bu kez devlet organları daha çok totalitarizmi çağrıştıran yöntemlerle hak ve özgürlükleri ihlal etmeye başladı. Yaygın telefon dinlemeleri ve özel yaşam hakkının ihlali, çoğu kez insanları fiziki özgürlüklerinden alıkoyma ile sonuçlandı. Bunların kaçı hüküm giydi veya ne kadarı, gerçekten “darbe girişimi” içerisinde yer aldı? Üçüncü yılın sonunda bile bu soruların yanıtını bilmiyoruz. Ama bilinen, adı geçen operasyonlar, aynı zamanda “lâikçi” olarak nitelenen muhalif kesime yönelik bir yıldırı, sindirme ve yaptırım hareketi görünümünde. Bunda, kolluk güçleri kilit konumda.

Cemaat oltası, Emniyeti sarmalamış görünüyor. Devletin diğer organlarında ve -ordu dâhil- yargı organlarında uzantıları yok değil. Oltaya dışarıdan müdahalenin bedeli, Başsavcı Cihaner vak’ası ile, içeriden başkaldırının ise, Emniyet Müdürü Hanefi Avcı olayı ile görüldü. Cemaate dokunmasaydı Başsavcının tutuklanması ne denli olasılık dışı idiyse, Müdürün tutuklanması ile yazdığı “Haliç’te Yaşayan Simonlar” (Dün Devlet, Bugün Cemaat) başlıklı kitabı arasında doğrudan ilişki bulunmadığı iddiası da, inandırıcı olmaktan o denli uzak…

“Gülenyüzlü cemaat” ağı, kin ve nefretini kusuverdi kendisine başkaldıran emniyetçiye ve ortalığa. Savunma ve saldırı mekanizmasını birlikte kullanırken, -mahremiyet gibi- içselleştirmiş olduğu varsayılan değerleri bir anda nasıl da paçavraya çeviriverdi! Ama, tanık olunan olaylarda asıl düşündürücü olan, ortalıkta devletten çok “cemaat ve/ya tarikat” mensuplarının boy göstermesi; hukukun ise,

Yoruma kapalı.