“ SANAL GÜNDEM YORGUNU ÜLKE... ”

- Devamı için tıklayınız -

“Teröre yardım ve yataklık”: “Herkes,her zaman ve her yerde” başlığının anlamı, ne zaman ve hangi koşullarda olursa olsun, bütün insanların yararlanacakları hak ve özgürlükleri ifade ediyordu. “Kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz … kınanamaz ve suçlanamaz” anayasal güvencesi, bunların başında geliyordu.

Henüz basımı yapılmamış ve ad olarak “İmamın Ordusu (Dokunan Yanar)” başlığı düşünülen kitap malzemelerinin nerede olursa olsun imha edilmesi gerektiği kararı, (kullanılması öngörülen araç dikkate alındığında) ifade edilmemiş kanaat ve düşünce özgürlüğüne müdahale anlamına geliyordu.

Geçen hafta adı geçen yazıyı kaleme aldığım sırada, yazının konusunu oluşturan kararın kahramanı Savcı Z. Öz, bu görevden alındı. Yayımlandığı gün ise, “İmamın Ordusu”, internet sitelerinde yayılmaya başladı. Böylece, hukukî temelden -ve meşruiyetten- yoksun yargı kararı, delinmiş oldu.

Burada merak konusu, -inandırıcı gelmemekle birlikte- şu idi: “terör örgütüne yardım ve yataklık” gerekçesine dayandırılan “sanal alana ilişkin” imha kararında, bunu somutlaştıran öğeler nelerdi? Adı geçen metinde, aradan geçen 6 günde, acaba terör örgütüne yardım ve yataklık anlamına gelecek kaç öğeye rastlanabildi? Şu halde kararın anlamı ne?

Bu soru, belleği, 1980’li yıllara yeniden götürüyor: “Kitabın Ateşle Dansı”. 137 bin kitabı yakma serüveni, ‘90’lı yıllara uzanıyor; ama, “yargı gerçeği” ile sonuçlanıyor. Yaptırımı, devlet mahkûmiyeti. Hak arama ve yargı yolu, meşakkatli de olsa, askerî yönetim ve sıkıyönetim ortamında işletilebiliyor.

“Sivil ve demokratik”! yönetime gelince; yargı, askerî ve sıkıyönetim döneminden çok sonraki “darbe tasarı ve planları” üzerine gidiyor. Darbe girişimi gerçek mi, sanal mı idi? Bu ayrışmanın damgaladığı bir ortamda, bu konudaki gerçeği ortaya çıkarabilecek tek organ olarak yargının kendisi, tam tersine, sanal ortamda belge imhasına yöneliyor…

“Bireysel başvuru için yargı reformu gerekli” (H. Kılıç, Sabah, 2.4.11, s.29): Geçen yıl, Anayasa değişiklik girişimi vesilesiyle yapılan tartışmalar, şu noktada düğümlenmişti: Anayasa Mahkemesi (AYM)’nin yeniden yapılandırılması gereği açık; ancak, böyle bir reform, yargı erki bütününde, hatta, yürütme-yasama ve yargı çerçevesinde düşünülmeli… AYM Başkanı ise, bunu şimdi dillendiriyor: bireysel başvuru yolunun “etkili” olabilmesi için, yargı reformu gerekli… Çok tartışmalı değişiklik kotarıldıktan ve üstelik, Anayasa’ya aykırı kanun yürürlüğe girdikten, yani iş işten geçtikten sonra…

“Anayasa mı, başkanlık mı?”: Yine bir yıl önce, Anayasa değişikliği, yeni anayasaya giden yolu açan kapı olarak gösterildi. Oysa, tam tersi oldu: 12 Eylül halkoylaması üzerinden yedi ay geçti. Ne var ki, son yedi gün içinde, “başkanlık rejimi” üzerine yapılan tartışma, yedi ay boyunca anayasanın yenilenmesi üzerine yapıl(a)madı. Başbakanın, Londra’da bir TV söyleşisinde dile getirdiği görüşler, Türkiye’yi hareketlendirmeye yetti. Geçen yıl da, değişiklik için düğmeye Londra tarikiyle basılmıştı. ( Türban değişikliği için ise, 2008 başında Madrid seçilmişti…).

Tanık olduğumuz manzara oldukça açık: 2010 Anayasa değişikliğinin, yeni bir anayasaya değil, yeni bir değişikliğe giden yolu açmak için gerçekleştirildiğini anlamak için, bir yıl beklemeye gerek yoktu. Sadece, deliller aşamalı olarak sunulmuş oluyor…Soru: istenen yeni hangisi? Anayasa mı, rejim mi?

Bu arada, Cumhurbaşkanı, -Endonezya’dan da olsa- başkanlık rejimine neden karşı olduğunu açıklarken, Hükümet başkanı karşısında belki de ilk kez ikirciksiz bir dil kullanıyor. Ne var ki, konuya bu yaklaşım tarzı, anayasa arayışını sanal olmaktan kurtarmaya yetmiyor. Çünkü, Anayasayı, gerçeklik zeminine oturtabilme olanağı varken iradesini, tersi yönde kullandı…Dünle bugün arasında çelişen CB, başkanlık rejimine karşı çıktığı sıralarda, şifreli sınav iddialarının ülke sathına yayılıyor iken, alelacele ÖSYM başkanına destek çıkıp, devlet organlarını, “YGS’de hile yok” kampanyasına katmayı ihmal etmedi. Bu malzemelerden çıkan tablo şu: siyasal yapının görünümü, başkanlık sisteminden duyulan endişenin haklılığını şimdiden ortaya koyuyor.

Özetle, gerçeklik-sanallık ikilemi, son haftanın gündemine damgasını vurdu: -AYM dahil- yargı. Yürütme’nin siyasal aracı Anayasa ve diğerleri… Sahi, “teröre yardım ve yataklık belgeleri”, “İmamın Ordusu”nun neresinde? Eğer toplumun kendisi, sanal âleme sürüklenmeseydi, herhalde öncelikle buna dayandırılan mahkeme kararını sorgulardı; ya da 1.700.000 gencin geleceğini ilgilendiren bir tartışmada, “yandaş” zemin yaratılamazdı…

Yoruma kapalı.