“ Şehitler mi, Şatafat mı? ”

- Devamı için tıklayınız -

“İnsanlığı kaygılandıran güncel olaylardan hareketle şu sorulabilir: eğer Irak halkının dini, Amerikan halkının dininden farklı olmasaydı, Başkan G. W. Bush meşru olmayan böyle bir savaşı başlatır mıydı? Yanıtın olumlu olduğunu varsayalım; bu durumda, sivil halkı dinsel bir bayram boyunca, mesela Noel sırasında, bombardımana tâbi tutar mıydı?…eşit onur bir efsane mi, yoksa gerçeklik mi? Günümüz dünyasında, 2i.yyılın başında, ne yazık ki halen bir efsane.”

Irak ve yakın farkı: Yukarıdaki sözlerle bitirmiştim konuşmamı, Felluce’nin bir Ramazan Bayramı boyunca (14-16 Kasım ’04) bombalanmasını izleyen günlerde yapılan, “Adalet, etik ve haysiyet” konulu uluslararası toplantıda (Limoges Üniversitesi, 19-20 Kasım).

Irak’ın kuzey komşusu ve nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman olan “lâik” Türkiye’nin “dindar” Cumhurbaşkanı, yine bir Ramazan bayramında, kızını evlendirmek için şatafatlı bir tören düzenledi. Yağmur altında güvenlik nöbeti tutan binlerce polis, dinlenme hakları bir yana, sırf bu nedenle yakınları ve sevdikleriyle birlikte olamadı; belki de büyüklerini, hastalarını ve mezarlıkları ziyaret edemedi. Hatta, şehit haberleri ve şehit ailelerinin çığlıkları bile, görkemli düğün törenine gölge düşüremedi (14 Ekim ’07). Bu manzara, bir başka demokratik ülkede tasavvur edilebilir mi acaba?

Durduk yerde, neden bu karşılaştırma? Üstelik ilki, okyanus aşırı bir ülkenin Hıristiyan Devlet Başkanı’nın, yabancı bir Müslüman ülke halkına müdahalesi. Oysa diğerinde, “ülkesi ve milletiyle bölünmez bütün” olan Dev-let’in Başkanı’nın, kendi “cumhur”una reva gördüğü muamele… Komşu iki ülkede üç yıl arayla farklı bağlamlarda tanık olunan bu iki tabloyu karşılaştırmaya, bazı isimler ve resimler vesile oldu.

Resimler ve isimler: Cumhuriyet Bayramı Resepsiyonu 2’ye katılan zevat, medyaya yansıyan isimleri ve resimleriyle belli olmaya başlayınca, iktidarın şark toplumlarına özgü dayanılmaz çekiciliği, bir kez daha gözler önüne serildi. Bu gerçek, “İslâmî başörtü” takmadıkları için kendilerini batılı ve modern addeden hanımlar açısından geçerli. Kim bilir; İnsan Haklarından sorumlu Başbakan Yardımcısı iken kendisine ulaşmakta güçlük çeken insan hakları örgüt temsilcilerine iktidarın uzattığı el, bu kez okşayıcı gelmiş olabilir. İnsan haklarının bu denli itici olduğu, hatta lanetlendiği topraklarda “insan haklama”, demek ki hâlâ makbul…

Anayasa’nın “ana”sını bellemek: 1982’yi hep tartıştık, eleştirdik ve sorguladık; “Anayasa içinde adetâ ikinci bir anayasa var (asıl anayasa/istisna anayasa)” diye kabullenemedik. “Sivil anayasa” fırtınası esnasında kotarılan Cumhurbaşkanı’nı halkın seçmesine dair hal-koylamasının getireceği sorunlara ilişkin tartışma AKP’ye de sirayet edince, Başbakan Yrd. C. Çiçek, gerekçeyi telaffuz ediverdi: sivil anayasa kotarılamaz ise, hiç değilse bu değişiklik kabul edilmiş olsun. Bunu; “sivil anayasa balonu” olarak mı, yoksa “kendi yaptığına kendisi bile inanmamak” şeklinde mi yorumlamalı? Böylece, General Evren’in Kuran ayetleri gölgesinde hazırlattığı 1982 metnini 25. yılında hal’letmek de, AKP’ye nasip oldu. Hem de, bir yandan “yenicini arzular görünürken, öte yandan mevcudunu yamalama gayretini mübarek bayram bile gölgeleyemedi. Anayasa’yı yenileme hedefi bir yana, 1982’nin öngördüğü siyasal rejim ve uygulamasında tam bir belirsizliğe girildi.

Bilim, siyasete hâkim kılınabilir mi? Prof. E. İnönü’ye “güle güle” derken, yaptıklarıyla ve yapamadıklarıyla sağ ve sol cenahta söylem farklılığı bulunsa da, Türkiye siyasetine düşen bir bilim yıldızı olduğuna itiraz eden olmadı. Erdal Hoca’ya, “nur içinde yat” derken; ayaktaki politikacılar “bilim ve uzmanlık” gibi alanların mevcudiyetini fark edebilecek mi dersiniz? Görünen şu: Anadolu’da İnönü tarzı bilim ve politika adamlarının çoğalması, G. Bush’un Irak’tan gitmesi kadar zor, en azından şimdilik.

14 Ekim’den 7 Kasım’a, bellekte kalan bu “kareler”: Şatafat sürerken, şehitler kimin umurunda! Polisin insan hakları mı dediniz? İktidar varken kim takar bekçilerinin haklarını. Kolluk da gücünü sokaktaki vatandaş üzerinde sınamaya devam ediyor ya; öğrenciyi haklamak ise, işten bile değil. Hele bir de Cumhurbaşkanı’nı, copladığı halk seçsin, saltanatın artan ihtişamını görünce ne seyran kalır, ne de bayram. Ya bilim? “İlim ve irfan” yetmez mi? Peki “demokrasi kültürü”? Hadi canım sen de, bu deyimi oluşturan her iki sözcük de “gâvurca” zaten!!!

Yoruma kapalı.