“ “SİYASAL ELDEĞİŞTİRME” YOLU DARALIYOR MU? ”

- Devamı için tıklayınız -

“SİYASAL ELDEĞİŞTİRME” YOLU DARALIYOR MU?

İbrahim Kaboğlu

İktidar yolunun muhalefete açık tutulması, demokratik rejimin ilk ve vazgeçilmez koşulu. Siyasal eldeğiştirme ( dönüşüm, münavebe), ancak bu şekilde gerçekleşebilir. Farklı düşünebilme, bu doğrultuda örgütlenebilme ve iktidara giden yol ve mekanizmaların sürekli açık olması. Anayasal arayışın canlandığı bir ortamda bu da neyin nesi? Belki de, gerçek gündem bu: siyasal dönüşüme giden yol, hep açık mı, yoksa giderek daralıyor mu?

2011’de, kısa sürelerle de olsa, çoğunlukla ülkemizin doğu yakasına gitmeye çalıştım: Antalya, Kars, Antep, Artvin, Malatya/Arguvan, Hopa-Kemalpaşa.

Toplantıların hepsi Anayasa’ya özgülenmiş olmasa da, çoğu zaman anayasal arayışa ilişkin sorgulama öne çıktı: içinde bulunduğumuz ortam ve bunu belirleyen güç dengeleri bağlamında yeni bir anayasanın yapılabilirliği; AKP’nin nasıl bir anayasal hedefe sahip olduğu, vb.

Fakat, sıkça dillendirilen diğer sorunlar, çoğu zaman anayasayı gölgede bıraktı; hatta anayasanın bir yanılsama, güncel sorunları örtmek için “perde” olarak gündemde tutulduğu algılaması da var… Öne çıkan sorunlar iki grupta toplanabilir:

1.-İnsanların yaşam alanlarına zarar verilmesi: özellikle çevreye, doğal değer ve ortamlara yönelik eylemler, halkı tedirgin edici boyutlarda. Uzmanlardan sürekli bilgi yardımı alan halk, direniyor ve örgütleniyor…

2-“ Ne oluyor? sorusu ise, şöyle özetlenebilir: AKP, hep kendi çoğunluğu ve Hükümeti ile devlet arasında ayrışma olduğunu öne sürmekte idi. Bununla, yapmak veya uygulamaya koymak istediği reformları engelleyen güçlerin bulunduğu kastediliyordu… Oysa, dokuz yıllık iktidarı döneminde, mevcut ya da öyle olduğu varsayılan anayasal, siyasal ve bürokratik “engel”leri, hatta fren ve denge mekanizmalarını, doğrudan veya dolaylı olarak tasfiye etti veya güdümü altına aldı. Bu, askeriye için, -eğer “kendi askeri”ni yaratma iştahı yoksa- anlaşılabilir; hatta gerekli de. Ama yargı için, hedef “bağımsız ve tarafsız yargı” iken, yapılan bunun tersi oldu. AKP seçim başarısını, böyle bir ortamda pekiştirdi. Bağımsızlığı zaten tartışmalı olan “uzman kuruluşlar”ın mevcut özekliğinin de kaldırılması, bu sürecin bir parçası. Yaratılan genel havaya göre, “hukukun üstünlüğü” yerini, “seçilmişlerin üstünlüğü”ne bıraktı. Hepsi, demokratikleşme adına savunuldu…

Ne var ki, insan haklarında gerileme açık: Sadece, yaşam tarzı farklılığına yönelik müdahaleler değil, düşünce özgürlüklerinden, toplu haklara; kişi özgürlüğü ve güvenliğinden sosyal haklara uzanan geniş bir yelpaze, -yargı dahil- iktidar güçlerinin sürekli baskısı altına konuldu. Özgürlük-iktidar çelişkisi, her günün yaşamında bütün açıklığı ile sergilendi: yaygınlaşan polis şiddeti, sıradanlaşan gözaltılar, yıllarca tutuklu kalan on binlerce insan…

Bunlar, devlet/yurttaş ilişkisi ile sınırlı kalmadı. Yatay ilişkilerde de giderek belirgin bir hal aldı: yıldırma, manevi baskı veya fiziksel şiddet…

Gözlem 1: demokratik söylemin sürekliliği ile insan hakkı ihlâllerinin sürekliliği başa baş gidiyor.

Seçim olmadan demokrasi olmaz; ama bu kural, özgürlükçü toplum için geçerli. Zira, insan hakları, demokrasinin altyapısı. Bu yapının sağlamlığı ölçüsünde, seçim yoluyla ortaya çıkan üstyapı demokratik olabilir.

Çoğunluk iktidarı, “toplumu, giderek hak ve özgürlükler algısından uzaklaştırma”yı mı amaçlıyor? Hak ve özgürlükler adına öne sürülen fikirlerin ve yürütülen faaliyetlerin değersizleştirilmesi, hatta bunları suçlandırma ortam ve koşullarının “resmî eller” yoluyla oluşturulması, tedirginlik yaratıyor.

Bu bakımdan, Hopa uygulaması, ülke bütününe ayna tutucu: onlarca kişi, terör örgütüne mensup oldukları gerekçesiyle özgürlüklerinden alıkonuldu; işkence ve kötü muamele dahil, iki buçuk ay boyunca baskı altında tutuldu. Bu suçlama, takipsizlik kararıyla sonuçlandı; ama, kovuşturma ve yargı süreci, 2911 sy.lı TGYK’na muhalefet, polise mukavemet ve kamu malına zarar verme iddialarıyla devam ediyor…

2010-11 öğretim yılı boyunca üniversite öğrencilerine reva görülen uygulamalar da, aynı bağlamda yer alıyor. Son dönemde sıklaşan keyfî/usule aykırı öğretim üyesi atamaları da cabası…

Gözlem 2 ve soru: 2015 yasama seçimlerine kadar, temelini düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün oluşturduğu “demokratik muhalefet” toparlanabilecek mi?

Bir öneri: kendi yaşam mekânlarına yönelik tehditler ve genel özgürlük ihlâlleri karşısında, yerel muhalefet ile ülkesel muhalefet arasındaki birleşme yollarını da düşünmek gerekiyor. “Anayasal bilgi kirliliği”nden sakınmak ise, bu yolun ilk koşulu…


(BirGün, 25 ağustos 2011)

Yoruma kapalı.