“ Tıkır tıkır’ anayasa değişikliği... ”

- Devamı için tıklayınız -

“28 yıl daha mı bekleyelim?” diye, kürsüden soruyordu Bn. Türkmenoğlu. Bu soru, muhalefetin, “aceleniz ne, neden bu telaş?” şeklindeki tepkisine yanıttı. Bununla, AKP milletvekili, partisince kotarılan değişikliğin ne denli önemli olduğunu söylerken, belki de farkına varmaksızın, 1982 Anayasası’na geleceğe yönelik olarak ömür de biçiyordu. Zira, bu değişiklikle 1982’nin yürürlük süresi de uzatılmış oluyordu.

Çelişki şuydu: Vekil, sanki bundan önce anayasal iyileştirme yapılmamış edasıyla konuşuyordu. Oysa, yöntemde böyle bir zorlama yerine, biraz serinkanlı bir ortamda yürütülse, anayasal tartışmalar, belki 28 günlük bir gecikmeye neden olabilirdi; “28 yıl” söylemi, sahibini bile inandıramazdı .

Gerçi, iddialı bir yaklaşım görüntüsü veren böyle bir mantık örgüsü karşısında vargı, şu olabilirdi: demek ki, 28 yılda, darmadağınık ve bölük pörçük de olsa, madde sayısı 28’e bile ulaşmayan bir değişiklik, AKP için yeterli.

Bununla birlikte, TBMM’de 1. görüşmeleri tamamlanan değişiklik paketi, madde sayısından çok, içerik yönünden sorunlu. Eksikler, çelişkiler ve tutarsızlıklar, anayasal bütün içerisinde, ilgili bölümler arasında ve hatta maddeler içinde çok sayıda. Basitleştirerek konuya üç açıdan değineceğim:

• • •

1) Yapılan ve yapılmayanlar: Örneğin, TSK’den ilişik kesmeye yönelik YAŞ kararlarına ve memurlara uyarma/kınama cezalarına yargı yolu açılırken, olağanüstü hal kanun hükmünde kararnameler üzerinde yargı denetimi yapılamaması, açık bir çelişki değil mi? Ya da Anayasa Mahkemesi (AYM) yeniden yapılandırılırken, neden YÖK, yok varsayıldı? Kamu Denetçiliği Kurumu ile Ekonomik ve Sosyal Konsey öngörülürken, neden İnsan Hakları Ulusal Kurumu, anayasal ölçekte düzenlenmiyor? Çelişkiler halkası uzatılabilir…

2) Yürütme-yasama ve yargı: Elden geçirilen yargı organlarıyla doğrudan bağlantılı yasama ve yürütme bölümlerine ilişilmiyor. Mesela, yetkilerine dokunulmaksızın, Cumhurbaşkanı’nın AYM karşısındaki konumu pekiştiriliyor. Yasamayı, yürütme güdümünden kurtarma yönünde fikir kırıntısı bir yana, TBMM gölgede tutulurken, CB ve Hükümet, yargı üzerinde “Demokles’in kılıcı” konumuna getiriliyor. CB yetkilerinin artırılmasını haklı göstermek için, Adalet Komisyonu Bşk. Sn. İyimaya, 1982 Anayasası zaten “topal başkancı sistemi” kurmuştu, diyor. Böylece, 2007’dekine 2010 değişikliği eklenince, tamamen “sakat bir başkancı rejim”in ortaya çıkacağını da itiraf etmiş oldu (…). Ne var ki, bu ve benzeri gerekçelerin hiçbiri, örneğin Yargıtay’ın kendi üyesini doğrudan seçememesini haklı gösteremez. Bir başka çelişki: hedef yargıyı bağımsız kılmak olduğuna göre, neden yasama dokunulmazlığı yok? Ya da AYM, artık “bağımsız ve tarafsız” olacağına göre, partiler üzerinde “siyasal denetim” niye?

3) Sosyal haklarla dalga geçiliyor: Kamu görevlileri için toplusözleşme hakkı, kuşkusuz, 1995 değişikliği ile tanınan “toplugörüşme” olanağına göre bir adım ileride. Fakat düzenleme tarzı ve grev hakkı yokluğu, bu hakkı çerçeveliyor. Ya gerekçesi? Kamu görevlilerinin “toplusözleşme hakkı”nı Avrupa Mahkemesi önünde kazanımı veya grev hakkını meşru kılan Türkiye’nin taraf olduğu İLO sözleşmeleri, yok sayılmış… Soru: md. 53’teki düzenleme, ilerleme mi, gerileme mi?

• • •

“Tıkır tıkır Anayasa değişikliği” vesilesiyle TBMM’de, fikrî öneriden çok atışma, sataşma ve kapışmalar öne çıktı. Açık bir saflaşma var, AKP ile CHP-MHP arasında. BDP’nin görüşülen maddelere yönelik somut önerileri ise, gölgede kaldı.

Ama daha dikkat çekici olanı, AKP’li vekillerin yansıttığı “uyumlu görünüm”. Gözlerin, önceki Yasama döneminde, parti içerisinde “nüanslı tavır” takınabilen, E. Yalçınbayır ve A. Şener gibi adları araması boşuna… Soldan devşirme vekillerin uyumu ise, düşman çatlatacak kertede.

Değişiklik önerileri karşısında TBMM Başkanı Sn. Şahin, şeklen, “Hükümet katılıyor mu, Anayasa Komisyonu katılıyor mu?” sorularına her seferinde hayır yanıtı alıyor. Haliyle, “kabul edenler?” sorusunun yanıtı hazır: “kabul edilmemiştir.” “Partiler arası uzlaşma” yerine, gözetimli ve güdümlü “parti içi uyum” sayesinde değişiklik paketi, Komisyondan gelen biçimiyle virgülüne dokunmaksızın geçiyor.

Anayasal etik ve kültür kavramları bir yana, “anayasal miras”a sahip olmayan bir ülke görünümü veren atışma, sataşma ve hatta yumruklaşmalar, mekanik oylama işlemini aksatmıyor. Vurgu ise, hep yakın geçmişe. Ya gelecek? Şimdilik görünen, -ruhuna dokunulmayan, ama hedefi pekiştirilen- 1982’nin ömrünün uzatıldığı… Sonuç: “tıkır tıkır”, makine için yararlı, Anayasa’ya ise yabancı.

Yoruma kapalı.