“ TÜRKİYE’DE DEVLET VAR MI? ”

- Devamı için tıklayınız -

TÜRKİYE’DE DEVLET VAR MI?

Ülkemizde tanık olduğumuz olaylar zinciri, başlıktaki soruyu haklı kılacak yoğunluk ve süreklilikte. Eğer devlet adı verilen siyasal örgütlenmenin varlık nedeninden hareket edersek, soruya olumlu yanıt vermekte zorlanırız. Nasıl?

Toplum halinde yaşayışın gereği olarak herkesin uymakla yükümlü olduğu kuralları koymak, bu kuralları uygulamak, kurallara uymayanları yaptırıma tabi tutmak, devletin varlık nedeni. Bu anlamda, devlet-hukuk özdeşliği vardır. Hukuk devletinde ise, kuralı uygulayan organ, koyan organdan, kuralın uygulanmasını denetleyen organ ise, her ikisinden ayrılır. Bu anlamda, yasama, kural koyma yetkisini anayasadan alır; yürütme ise, yasaları uygular. Yargıya gelince; o, her ikisini denetler.

Zaten bu farklılaşma nedeniyle, asli kurucu iktidar, anayasa yoluyla (yasama-yürütme-yargı) şeklinde kurulu iktidarları oluşturmak suretiyle sahneden çekilir. Bu, hukuk devletindeki üçlü farklılaşma mantığının temel gereğine işaret eder.

Bu nedenle, TBMM anayasa uzlaşma komisyonun hareketlendirdiği görüş alma-görüş bildirme etkinlikleri, bir tür “anayasa karnavalı” havasını yansıtsa da, ortalıkta, “aslî kurucu iktidar” belirtisi yok.

Kurulu iktidarların tavrı ise, bazı kesimlerin tek umut olarak bel bağladığı “anayasa karnavalı”nı gölgede bırakıyor.

E. Genel Kurmay Başkanı (GKB) İlker Başbuğ’un tutuklanmasıyla başlayan tartışma ve atışma, soruna hangi açıdan bakılırsa bakılsın, Türkiye’de bırakın bir hukuk devletinin emaresini, kanun devletinin bile kurulamadığını gösteriyor. Hatta, acaba devlet var mı, sorusu da meşruluk kazanıyor.

Sorun, özel yetkili mahkeme tarafından verilen tutuklama kararı değil sadece. Bu mahkemelerin, adeta “istisna mahkemeler” özelliğiyle, sadece hukuk devletine değil, 1982 Anayasası’na bile aykırı.

Dikkat çekmek istediğim sorun, “yüce divan” yetkisiyle ilişkili.

2010 değişikliklerini yapanlar (türev kurucu iktidar) ve değişikliklerin getirdiği yeniliklerin ateşli savunucuları, şimdi, “Anayasa’nın 148. maddesi, İ. Başbuğ’a uygulanmaz; çünkü, suçu, anayasa’nın 145. maddesine giriyor…” diye ahkâm kesiyor.

Önce, ilgili hükümleri görelim:

-“Devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlara ait davalar herhalde adliye mahkemelerinde görülür.” (md.145).

-“Genel Kurmay Başkanı, … Jandarma Genel Komutanı da görevleriyle ilgili suçlardan dolayı yüce Divanda yargılanırlar.” (md.148).

Madde 145, genel hüküm ve bütün “asker kişiler” için konmuş. Md.148 ise, -istisna olarak-Genel Kurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının, “görevleriyle ilgili” olmak kaydıyla işledikleri suçlardan dolayı, Anayasa Mahkemesinde yargılanacakları öngörülmüştür.

Bu bakımdan, mesela 27 Nisan “e-muhtırası” bir suç ise, görevden kaynaklanan bir suç; yine, “internet andıcı” bir suç ise, bu da görevle bağlantılı. Eğer bunlar, görevle ilgili değilse, bakanların rüşvet, zimmet ve irtikap gibi suçları, görev suçu sayılamaz.

Bu bakımdan, Anayasa komisyonu Başkanının, e. GKB’nın, Yüce Divan’da değil, özel yetkili mahkemelerde yargılanacağı beyanında bulunması, -üstelik 2010 değişikliğini canhıraş savunmuş bir kişi olarak-, anlaşılır olmaktan uzak.

Öte yandan, TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu (İHİK) başkanının beyanı, kaygı verici: “Ha o mahkeme, ha bu mahkeme” (Hürriyet, 10/01/12). Bu açıklamayı yapan kişi, sadece bir milletvekili değil, şu anda Türkiye’de işleyen başlıca insan hakları biriminin başkanıdır.

Eğer Anayasa hükmü bu denli açık olmasaydı, şunu tartışmak mümkün olurdu: Özel yetkili mahkemenin devlet güvenliğine aykırı nitelediği veya terörle bağlantılı saydığı bir eylem, gerçekten öyle mi? DGM’lerden devralınan bir miras sonucu, mesela, pankart açan bir öğrencinin hayatı karartılabiliyor. Bu nedenle, özel yetkili mahkemelerin “anayasal düzen” nitelemesine -sözüm ona “demokrasi adına”- sarılanlar, ya çelişkilerinin farkında değil, ya da “iktidar uydusu” olma tutkusu, gerçekleri görmelerini engelliyor. Mesela, aynı kesimin, neden 27 Nisan e-muhtırasının beş yıl boyunca Genel Kurmay sitesinde durduğuna ses çıkarmamış olması da ayrı bir çelişki…

Oysa, bu kadar hukuk cambazlığı yerine, “ben bu adamın hapiste kalmasını istiyorum” diyebilmeleri, daha dürüst bir davranış olur. Tıpkı, Cumhurbaşkanı (CB) görev süresine ilişkin tartışmalarda, sözüm ona “kuramsal” ! açıklamalara girişmeleri yerine, “ben, Çankaya’da şu kişiyi 12. CB olarak görmek istediğim için, 11. CB’nin iki yıl daha kalması yerinde olur.” dürüstlüğünü gösterememiş olmaları gibi…

Sonuç: Devlet, “hukuk kuralları bütünlüğü” şeklinde tanımlandığına göre, başlık sorusunu olumlu yanıtlamak mümkün mü?

Yoruma kapalı.