“ Türkiye'nin temel sorunu yerel yönetimler ”

- Devamı için tıklayınız -

Prof. İbrahim Kaboğlu, İmge Kitabevi’nden çıkan yeni kitabında çağdaş bir Türkiye’nin izini sürüyor. Kamuoyu, Türkiye’nin değerli anayasa profesörlerinden olan Kaboğlu adına hazırladığı için hakkında soruşturma açılan ‘Azınlık Raporu’ndan aşina. İnsan hakları konusunda uzmanlığıyla birçok önemli görev üstlenen Kaboğlu, söz konusu rapor nedeniyle meşhur 301. Madde’den yargılanmıştı. ‘Şimdi çok tartışılan yurttaşlık gibi kavramları yazdığımız için yargılandık, bugünse bunların konuşuluyor olması güzel ancak bugün bu konularda ahkam kesenler biz o zaman yargılanırken hiç seslerini çıkarmamışlardı’ diyor… Yeni anayasa arayışlarını anlatırken öğrencilerinin ne kadar şanslı olduğunu düşünüyorum Kaboğlu’nun. İşte, sakince ve konuyu tüm perspektifiyle, son derece ufuk açıcı biçimde anlatan hocanın sözlerinden sayfamıza alabildiklerimiz…

– Seçimin sonrasında yeni bir anayasa yapılacak; yüksek bir uzlaşı gerekiyor bunun için, yapılabilir mi?

Kasım 1991’de Mülkiyeliler Birliği Dergisi’ne yazdığım yazının başlığı ‘Gündem: Anayasa’… Tam 20 yıl önce. Bu süre içinde yaptığımız anayasa değişikliği sayısı 20’ye yaklaştı. Parlamentoya giren hemen bütün partiler 82 Anayasası’nı değiştirdi. Tabii değiştirdikçe meşrulaştırdılar. Türkiye’nin siyasal aktörleri, yeni anayasa için mesai harcamadı, güçlerini daha çok mevcut olanda değişikliğe verdiler. Yeni anayasa için çalışanlar sivil toplum kesimleri, dernekler, sendikalar, vakıflar ya da bizim gibi bu konuda çalışan uzmanlar oldu. 20 yılda aslında hatırı sayılır birikim sağlandı. Önümüzdeki olası yeni anayasayı değerlendirebilmek için şunu da hatırlamalıyız: 1987’den 2004’e kadar yapılan değişiklikler daha çok insan haklarına, özgürlüklere vurgu yapan değişikliklerdi. 2007-2010 arasındaysa daha çok iktidarın pekiştirilmesi amacıyla yapıldı değişiklikler.

– 20 yılda 20’ye yakın değişiklik yerine yeni bir anayasa yapmak daha kolay olmaz mıydı?

Hiç kuşkusuz ama onu yapmadılar. Bu seçim döneminde görüyoruz ki en azından geçen yıllarda tartışılan ‘yurttaşlık’ gibi kavramlar sanki daha az tepki yaratıyor. Yurttaşlığın mutlaka Türklük tanımına indirgenmesi gerekmediği yönünde ortak bir dil bulunabilir. Yeni anayasa arayışına giren partiler bu arayışlarında samimiyse, sivil toplum kuruluşlarının son 10 yılda yaptığı anayasa çalışmalarını mutlaka dikkate almak durumunda.

ADEMİ MERKEZİYET

– Belirttiğiniz, ‘yurttaşlık’ tanımının dışında ortak dil bulmamız gereken neler var?

Mesela geçtiğimiz hafta çok tartışılan ‘Avrupa yerel yönetimler özerklik şartı’. Türkiye’ye özel değil, tüm AB’yi bağlıyor ama kimi parti lideri, bize böler, kimi federasyona götürür dedi. Oysa böyle bir şey yok. Türkiye’nin yurttaşlık, laiklik gibi temel sorunları vardır, evet ama yeni anayasa için en ciddi sorunumuz bence merkez-çevre ilişkisidir. İktidarı tutan güçler merkezde ve bu güçlerini çevreyle paylaşmak istemiyor. Merkez, yerel yönetimleri adeta arka bahçe olarak kullanıyor.

– Yerel yönetimler ve özerklik dediğinizde bunu Kürt meselesinden ayrı düşünmek mümkün değil gibi. Siz nasıl görüyorsunuz bunu?

Oradakiler, yerel yönetimlere kendilerinin dışında Türkiye’nin ihtiyacı yokmuş, buradakiler de sadece Doğu’ya endeksliymiş gibi görüyor, halbuki ilgisi yok. Türkiye’de toplum eğer türdeş olsaydı yine de bu kadar büyük coğrafyada bölgesel ve sosyo-ekonomik farklılıklar çok fazla olurdu. Türkiye’nin Kürt sorunundan bağımsız olarak da ademi merkeziyetçiliğe ihtiyacı var.

– Kimi çevrelerin dile getirdiği gibi kurucu unsur olarak Kürtler de anayasaya konulmalı mı?

Bu, yağmurdan kaçarken doluya tutulmaya benzer. Yurttaşlığı tıpkı laiklik gibi nötralize etmelisiniz. Türk ya da Kürt demeksizin cumhuriyeti çatı olarak alıp Türkiye yurttaşı diyebilirsiniz.

KÜRTÇE EĞİTİM BİREYSEL HAK MI?

– Peki, resmi dil konusu…

En azından Türkçe’nin resmi dil olmasında büyük bir mutabakat var. Anayasaya dil özgürlüğü kavramını koyarsınız. ‘Anadolu’da konuşulan diller Türkiye’nin ortak mirasını oluşturur’ dersiniz. Böylece Kürtçe de, Zazaca da, Lazca da bundan yararlanır. Tabii iş bununla bitmiyor. Diyarbakır girişinde tabelada Amed de yazdığı zaman yadırgamayacaksınız. Eğitim konusu çok daha karmaşık. Prensip olarak ana dilde eğitimi kabul ettiniz diyelim ama acaba o dili seçenler, seçimde özgür olacaklar mı? Yoksa orada bir tür cemaat baskısı olacak mı? Topluluk hakkı mı, bireysel hak mı? İnsan hakları uzmanları bunu tartışmalı, olur ya da reddediyoruz biçiminde kestirip atmak zor.

– Peki, bu anayasayı kim yapacak? Kurucu meclis diyenler de var, parlamento da…

Bizim için değil, gelecek kuşaklarımız için olacak yapacağımız metin. O zaman bugünkü siyasal gözlüklerimizi çıkarmamız, bunu yapmak için de mutlaka yeni bir mekanizma oluşturmamız gerek.

– Öyleyse siz kurucu meclis fikrini benimsiyorsunuz.

Benim savunduğum kurucu meclis tümüyle bağımsız değil. Demokratik usulle belirlenecek, saydam bir biçimde, katılımcı bir anlayışla çalışacak. Bir yandan da bu parlamento devam edecek görevine, çünkü iş yükü çok fazla. Anayasa yapımını izleyecek, hazırlanan metin kendisine geldiğinde üzerinde mutabık kalınırsa halka sunacak. Halk kabul etmezse yeni bir mekanizma öngörülecek… Böyle olursa eğer anayasa diyalektiğinin dengesi sağlanabilir.

Başkanlığa gidiyoruz ama Türkiye’ye uymaz

– Bu süreçte yönetsel değişiklikler bekliyor musunuz? Başkanlık sistemi gibi, federasyon gibi…

Dikkat edin Cumhurbaşkanı ne zaman seçilecek kimse bilmiyor. Belki bir kişi biliyor, o da Başbakan… Bu muhtemelen 13 Haziran’dan itibaren tartışılacak. Bu da bize yeterince yönü işaret etmiyor mu?

– Yani, bu parlamenter sistemden başkanlığa geçişin şifresi mi?

Tabii, rejimin gidişatı açısından düşündürücü. Parlamenter rejimin aksayan yönlerini var ama Türkiye bu yolda hayli mesafe kat etti. İkincisi, Türkiye’nin içinde yer aldığı Avrupa mekanı parlamenter rejim mekanıdır. Bu nedenlerle Türkiye’deki rejim parlamenter rejim olmalıdır. Başkanlık rejimi, taklit yahut kopya dediğimiz yolla alınabilir. Türkiye ‘anayasal taklit’ sürecini çoktan geride bıraktı.

– Peki ya federasyon?

Merkeziyetçi üniter devlet ve federal devlet iki uç, ama bunların arasında o kadar farklı ara modeller var ki… Fransa, İtalya, İspanya, Birleşik Krallık…

– Yani her toplum, kendi ihtiyaçları doğrultusunda kendi modelini mi yaratıyor?

Aynen öyle. Yeni kitabımda bu konuyu işlediğim yazının başlığı ‘Eyalet Cehaleti’ydi, sonra değiştirdim. Bizde yerel yönetimleri güçlendirme çalışmasına ya da bölge valiliği kurmaya eyalet diyorlar. Eyalete varmak için çok daha büyük yapı değişikliklerine ihtiyaç var. Türkiye’nin zaten federasyona ihtiyacı yok. Burada önemli olan birlikte yaşama iradesidir. Yerel yönetimler ya da bölgesel yönetimler aşırı sıkışıklığı biraz seyrelterek birlikte yaşamayı kolaylaştıran unsurlardır. Üniter devlette yapacağımız esnetme Türkiye’yi federasyona götürmez.

Askeri kışlaya göndermek kolay, sivilleri demokratikleştirin

Anayasa yazarken temel soru, ‘siz ülkeyi demokratikleştirmek istiyor musunuz’ olmalı. İstiyorsanız onun temeli insan haklarıdır. O da, çatıda bir hukuk devletiyle mümkündür. Bazı kesimler için özgürlüğün simgesi başörtüsü, sanki bu halledildiğinde özgürlükler hallediliyor! Yine aynı kesim için askeri kışlaya sokarsak da demokrasi sorunumuz hallediliyor. Ancak, insan haklarının güvenceye alındığı bir toplumda özgürlükten bahsedebilirsiniz. Yoksa başörtüsüne endeksli bir özgürlük, sekter bir özgürlüktür. Askeri kışlaya göndermek demokrasinin pasif olanıdır. Pasifi sağlamak kolay. Anayasada Milli Güvenlik Kurulu’nun, Askeri Yargıtay’ın üzerini çizersiniz, ‘senin yerin kışla, siyaset değil’ dersiniz ama siyasetçi olarak sen ne kadar demokratsın? Bir, insan haklarını ne kadar bütünsel görebiliyorsun; iki, demokrasiyi ne kadar özümsedin? Bu iki açıdan çok ciddi sorunumuz var. Bunun için Kürt sorununu ‘bölecekler mi, gidecekler mi’ diye kaygılar üzerinden tartışıyoruz. Tersinden, olumlu açıdan şöyle bakabiliriz: Kürtler sayesinde tartışamadığımız birçok konuyu şimdi tartışıyoruz mesela yurttaşlık konusu. Kürtler laiklik konusunda da belirleyici olabilir. Kürtler, Aleviler gibi laikliği sahiplenirse Türkiye’nin geleceği açısından riskten çok olumlu bir güven unsuru olarak değerlendirilebilir. İtalya, İspanya gibi ülkelerde merkezle bölge arasında bir uyuşmazlık çıktığında son sözü Anayasa Mahkemesi söylüyor. Bunlar ikincil konular, önemli olan bu konularda bir irade var mı yok mu; varsa tartışırsınız bunları.

Liderler nasıl bir toplum hayal ediyor açıklasınlar!

Anayasaya genel özgürlük ilkesini koyduktan sonra başörtüsü sorununuz kalmaz. Üç yıl önceki tartışmaları hatırlayın. ‘Üniversiteye giremeyen öğrencilerin sorununu çözmek için parlamentoda çoğunluğum var, ben yaparım’ dendi, Anayasa Mahkemesi’nden döndü. Eğer üniversitede okuyan kızların başörtüsü sorununu anayasaya koyduysanız, neyin yasak olduğunu da koymanız lazımdı. Sonra, ‘sen misin kabul etmeyen’ diyerek Anayasa Mahkemesi’nin kendisini dönüştürmeye çalıştılar. Demokratik bir ülkenin yurttaşları olarak yöneticilerimizin önümüzdeki yıllar için ne düşündüklerini bilmeliyiz. Bir parti lideri, örneğin 5 yıl sonra kamu hizmetlerinde, ilköğretimde başörtüsünü savunacak mı bunu şimdiden deklare etmesi gerekiyor. Demokratik toplumun bir yurttaşı olarak geleceğe yönelik saydamlık benim hakkım. 2023 vizyonunu çizebilen, Türkiye’nin coğrafyasını değiştirmeye soyunan liderler en azından bu kadar mütevazı konularda görüşlerini beyan etmeli.

Asıl, öte dünya vesayetinden kurtulmak lazım

Türkiye’de vesayet kavramı 61 Anayasası’na gönderme yapılarak, genel geçer, adeta bir hesaplaşma kavramı olarak kullanıldı. Gelinen noktada askerin belirleyiciliği olmuştur ama bugün itibarıyla iş sivillerdedir. 2007-2010 anayasa değişiklikleri yeni bir vesayet halkasının ortaya çıktığını gösteriyor. Bu yeni vesayet halkasını algılamazsak, o zaman yeni anayasa için atılacak adımlar konusunda da benzeri tuzağa düşebiliriz. Üçüncü bir vesayet var ki bu da ‘öte dünya’. Mezarlığın kapısındaki ‘Her canlı bir gün ölümü tadacaktır’ cümlesini ben eleştiremeyeceksem kim eleştirecek? O bir ayet olabilir ama bunu sorgulamak en doğal hakkım. Ancak bu gündeme geldiği zaman susmak durumundaysam o zaman ciddi bir vesayet durumu var. Öbür dünyaya yönelik var olan vesayeti sorgulamağımız sürece yeni anayasa eksenini belirleyemeyiz.

Yoruma kapalı.