ÜLKENİN BÖLÜNMEZ BÜTÜNLÜĞÜ VE KANAL İSTANBUL

ÜLKENİN BÖLÜNMEZ BÜTÜNLÜĞÜ VE KANAL İSTANBUL

2011 başlarında kişisel “çılgın proje” olarak dillendirilen Kanal İstanbul, 2019 sonlarında ÇED raporu ile, ülkenin ana gündem konusu oldu. 2011’de Başbakan’ın çılgın projesi, 2019’da “isteseler de istemeseler de yapacağız” sözleri ile, “Türkiye ülkesi, toplumu ve Devleti” için dayatılan tek kişi iradesine dönüştü.

Bu yaklaşım tarzı, “demokratik hukuk devleti”  gereklerine tamamen yabancı.

Halkoylaması önerenlere verilen yanıt da, demokratik siyasete yabancı:  “2011 seçimleri, Kanal İstanbul için referandum niteliği taşıyordu”.

 

ÇILGIN PROJE’DEN ÇILGIN TÜRKİYE’YE

Bu iki alıntı, Kanal sürecinin hukuk ve demokrasi dışı tasarlandığı ve sürdürüldüğünün açık bir göstergesi.

2010’lu yılların başında kişisel projeyi niteleyen çılgınlık,  2020’li yıllarda Türkiye ölçeğine yayılacak görünüyor.

Çifte çılgınlık karşısında, konuyu ısrarla “anayasa ve demokrasi” zeminine çekmek, bir yurtseverlik görevi.

 

 YOK ETMEK VE BÖLMEK

Kanal İstanbul, “Türkiye ülkesinin bölünmez bütünlüğü”nü (md.3) zedeler mi?

Kanal,  birçok Devlet’in yüzölçümünden daha büyük bir yeryüzü parçasını yok edecek; Türkiye’nin Trakya olarak adlandırılan yeryüzü bütününü ikiye bölecek.

Flora ve faunası ile belli bir yeryüzü parçasını yok etmek, Anayasa’nın ülke olarak Türkiye’ye ilişkin bütün hükümlerini ilgilendiren devasa bir eylem: “sağlıklı ve düzenli kentleşmeyi gerçekleştirmek ve kamu mallarını korumak” (md.23), mülkiyet hakkı (md.35), kıyılardan yararlanma ve kamu yararı (md. 43), toprak mülkiyeti (md.44), tarım arazileri ve kamulaştırma (md. 45-46); çevre ve sağlık (md.56), konut hakkı (md.57), tarih, kültür ve tabiat varlıkları (md.63); tabii servetler ve kaynaklar (168), ormanların korunması ve geliştirilmesi (169) ve orman köylüsünün korunması (md.170).

Bu maddelerin içeriği, Devlet’in Türkiye ülkesine saygı (bozan eylemlerden kaçınma), koruma ve geliştirme yükümlülüklerini yansıtır. Bu amaçla devlet, düzenleme ve denetleme yapar, yaptırım mekanizmalarını uygulamaya geçirir. Buna karşın, merkezi yönetim, tam tersine, belirli yeryüzü parçasını yok ederek Trakya topraklarını bölüyorsa, buna yönelik işlemler ve eylemler dizisi, “ülkenin bölünmez bütünlüğü” ilkesini zedeler.

 

YETKİLER KİMDE?

Merkezden yönetilen ama ülkenin bölünmez bütünlüğünü tehdit eden harekât, yerel yönetimi devre dışı çıkaramaya çalışmakta. Tek kişi iradesini kurumsal olarak destekleyen Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ise, yerel yönetimler ve kentler konusunda anayasal yetkilere sahip değil. Buna karşılık, İstanbul Büyükşehir Belediyesi yönetiminin yetki kaynağı, Anayasa md.127 ve md.2’dir.

. Esasen, ülkesel haklar, bölgesel ve yerel yönetimlerin yetki alanına girer. Avrupa hukuk sistemi içerisinde yer alan Türkiye’nin yurtseverleri, Kanal İstanbul gibi devasa bir çılgın projenin yöre halkına sorulmadan uygulanamayacağını olduğu kadar, gündeme bile getirilmemesi gereğinin de farkında.

 

YURTTAŞLARIN HAK VE ÖDEVLERİ

Kanal dayatması karşısında yurttaşların hak ve ödevleri, bilgilenme ve katılımla başlar, başvuru hakları ile devam eder; kendilerine tanınan anayasal hakları, ülkeyi koruma ereğinde uygulamaya koyma yolunda, “direnme hakkı”nı da (İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi) kapsamına alabilir:

Çevreyi geliştirmek, çevre  sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir (md.56).

 

2020’Lİ YILLAR TÜRKİYESİ

Üç kişisel  proje, 2010’lu yıllara damgasını vurdu: Anayasa, Külliye ve Kanal.

Başbakanlık için yapımına başlanılan Saray,  CB seçilince kendi konutu oldu. FETÖ’cü darbe girişimi ardından Bahçeli’nin fitilini ateşlediği Anayasa, Erdoğan için kişisel proje oldu.

“Kaçak Saray” ve “meşru olmayan Anayasa” gölgesinde “Kanal dayatması” ile 2020’ye giren Türkiye, “çılgın ülke” olarak çok zorlu bir ikilem karşısında: Saray-Anayasa-Kanal, monokratik yönetimi temellendirir; tersi ise, demokratik hukuk devleti yolunu açar…

2020, yurtseverlerin çoğaldığı yıl olsun!

 

İbrahim Ö. Kaboğlu (BirGün. 2 Ocak 2020)

Yoruma kapalı.