“Uluslararası Ceza Divanı’na taraf olmanın gerektirdiği yükümlülükler hariç olmak üzere vatandaş, suç sebebiyle yabancı bir ülkeye verilemez.” (Any., m. 38/son, 7.5.2004 Anayasa değişikliğinde kondu).
Soru: Türkiye, Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM)’ne taraf mı?
Adı geçen fıkra, yasal düzenlemeden bağımsız okunduğunda, Türkiye’nin UCM’ye taraf olduğu anlaşılır. Bu metni okuyan bir yabancı, ülkemizin UCM’ye taraf olduğu konusunda tereddüt geçirmez. Ne var ki, Anayasa’ya bu hükmü koyan TBMM, UCM’yi kuran Roma Sözleşmesi’ni yasayla henüz onaylamadı.
Buradaki çelişki nedir? TBMM, Anayasa’ya adı geçen cümleyi 2/3 çoğunlukla ekledi. İzleyen aylarda, 8.10.2004 günü Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi’nde yaptığı konuşmada Başbakan Erdoğan, “UCM’nin yakın zamanda imzalanacağı” beyanında bulundu. Ne var ki, ortada ne imza var, ne de onay yasası için girişim…
Kısacası, 367 üye, UCM’ye taraf olma iradesini ortaya koyuyor; ama konuya ilişkin prosedürü tamamlamak için, 139 üye bile çıkmıyor. Soru şu: türev kurucu iktidarın 2/3 oyla gerçekleştirdiği anayasa değişikliği, 1/4 artı bir oy ortaya çıkmadığı için işlevsiz mi kalacak? Şu görüş yabana atılabilir mi? Uluslararası antlaşma Anayasa ile kabul edilmiş ise, üst düzeydeki bu işlem, artık yasayla onaylamaya gerek bırakmaz…
UCM’ye Anayasa’da yer verilmesinin özgül bir anlamı da, uluslararası hukuka yollama yapan Anayasa’nın, başka bir uluslararası belgenin -Lozan’ın bile- adını anmamasıdır.
Türkiye, BM’nin adı geçen sözleşmesini onay işlemlerinden kaçınarak, pakta sunt servanda (ahde vefa) ilkesini ihlal etti. Fakat, BM Güvenlik Konseyi’ne geçici üyelik için “olağandışı” çabalar gösterdi…
Kaldı ki, Türkiye temsilcileri, BM’nin kurucu üyesi olmakla da sık sık övünür…
Öte yandan, Avrupa ve BM İnsan Hakları sistemi ile bütünleşmek amacıyla ülkemizin yoğun çabaları, 90’lı ve 2000’li yıllara damgasını vurdu. Hatta, buna, İnsan hakları bakımından “Avrupalılaşma” ve “Uluslararasılaşma” iki onyılı da denebilir… Konuyla doğrudan ilgili olarak; yeni TCK ile, “soykırım suçları” (m.76) ve “insanlığa karşı diğer suçlar”, UCM Statüsü’nün 6 ve 7. maddelerine uygun olarak düzenlendi.
BİRİKİME KOLEKTİF TEPKİ…
Sudan Devlet Başkanı Ömer El Beşir’in, İslam Konferansı’na katılmak amacıyla İstanbul’a gelişine, başta AB’den olmak üzere Batı’dan ve insan hakları örgütlerinden gösterilen tepki, acı da olsa bazı gerçekleri gün ışığına çıkardı.
Önce, Dışişleri Bakanı Davutoğlu savundu: “İslam Konferansı Örgütü çerçevesinde geliyor.” Önceki Dışişleri Bakanı CB Gül, “Kim karışır ki, ne karışır ki? Kim kime nota veriyor?” sözleriyle AB’ye tepki gösterdi. Başbakan Erdoğan ise, sorunun esasına girerek, gelmesine karşı çıkmak bir yana, El Beşir’in soykırım yapmadığını söyledi. Hatta, bunun karinesini de ortaya koydu: “Müslüman soykırım yapmaz.”
EL BEŞİR DE KİM?
Darfur’da 300 bin kişinin ölümüne ve 2.5 milyon kişinin göç etmesine neden olan kişi. Bu nedenle, UCM, 4.03.2009’da El Beşir hakkında yakalama kararı çıkarttı. Suçlamalar:
•Darfur’daki sivil halka yönelik saldırıları yönetmek,
•Bölgede işlenen cinayetler, tecavüz olayları,
•İnsanların zorla yerlerinden edilmeleri,
•İşkence ve mağdurların mülklerinin yağmalanması.
BM Güvenlik Konseyi’nin 1593 sayılı kararı da, Roma Sözleşmesi’ne taraf olsun olmasın, bütün devletlerin UCM ile tam bir işbirliği yapmalarını öngörüyor.
UCM’yi kuran ve 2002’de yürürlüğe giren Roma Sözleşmesi’ne 110 devlet taraf. Avrupa’da Beyaz Rusya, Moldova, Rusya ve Ukrayna taraf değil.
Türkiye’nin durumu, yukarıda açıklandığı gibi…
KARA SAYFA KAPATILABİLİR Mİ?
Uluslararası toplum önünde soykırım suçlamasıyla tarihiyle yüzleşmeye çağrılan bir ülkenin yöneticileri, soykırım suçu işlemekle suçlanan bir kişiyi savunma konumuna düşüyor. Bunda da, “İslami çizgi” belirleyici bir rol oynuyor. Bunu yaparken, Türkiye’nin insan hakları birikimi ve yükümlülükleri bir yana bırakılabildiği gibi, uygar dünyaya da tereddütsüz sırt çevrilebiliyor.
Geçen haftaya damgasını vuran “kara sayfa”, kolay kapanacak gibi değil. El Beşir’in, tepkiler üzerine İstanbul’a gelmekten vazgeçmesi, olayın vahametini örtmez.
Sergilenen tavır ve yaklaşımı, ancak şu somut adım hafifletebilir: Roma Sözleşmesi’ni TBMM’nin hemen onaylaması. Bu adım, uzun zamandır soykırımın karşısında olduğunu savunan, bugünlerde ise “barış ve kardeşlik” açılımını tartışan Türkiye ve AKP açısından, bir nevi samimiyet testi olur aynı zamanda…