VESAYET VE GÜDÜM ÖTESİ: TALİMAT VE EMİR

VESAYET VE GÜDÜM ÖTESİ: TALİMAT VE EMİR

AKP-MHP hattı, Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi (CBHS) adlandırmasında ısrar etse de,  tek kişilik yönetime neden monokrasi denmesi gerektiği, günbegün bütün çıplaklığı ile ortaya çıkıyor.

Anayasanın üstünlüğünden çok tek kişinin kendi tercihlerini öne çıkaran yönetim” olarak monokrasi, demokratik muhalefet partilerince daha sık biçimde dillendirilmeye başlandı.

2017 değişikliğinin, hukuk devletinin asgari gereği olarak 1982 Anayasasındaki erkler ayrılığı tanımı ve  Cumhuriyet’in nitelikleri (md.2) ile  bağdaşmazlığı açıktı.

Bu nedenle, 2017 kurgusunu, yasama-yürütme-yargı ayrılığı yerine, “yürütme vesayetindeki yasama ve yürütme güdümündeki yargı” şeklinde niteliyordum.

 

NEDEN TALİMAT VE EMİR?

Osman Kavala’nın tutuklanma-beraat-gözaltı-tutuklanma zincirinde monokrat belirleyici oldu. TBMM’de yasa oylamalarında 1. Parti vekilleri, Saray talimatı ile hareket ettiklerini her vesile ile itiraf ediyor. Bu nedenle artık, talimatla oy kullanan  vekiller nitelemesi yapılabilir.

Kavala’nın beraatine Yürütme’nin gösterdiği tepki ve tutuklanmasındaki belirleyici rolü, güdüm yerine emir eşiğine geçildiğinin açık bir göstergesi.

Yasama’nın talimatla çalışması  ve  yargının emirle karar vermesi,  Anayasa’nın askıya alındığını ifade eder. “Parlamenter rejimi bekleme odasına aldık” deyişi (Erdoğan, 21 Mart 2015), “yargı karar sürecini bekleme odasına aldık” evresine ulaştı. Kuşkusuz, bu durum, “askıya alma” veya “bekleme odası” gibi kavramlarla geçiştirilemez.

 

ANAYASA SUÇU

Aslında bir “Anayasa suçu” karşısındayız, tıpkı 2016’da olduğu gibi: “Türkiye’de fiili bir durum vardır ve bu çözülmelidir. Ülke yönetimi yasa ve Anayasa’ya uygun değildir ve de suç işlenmektedir” (D. Bahçeli, 16 Ekim).

Şubat 2020’deki durum, Ekim 2016’dan daha vahim:

-Bir kez, 2016’da olduğu gibi OHAL döneminde değiliz.

-Ama daha önemlisi, tıpkı Gülen örgütü için “ne istediler de vermedik?” itirafına paralel bir tavırla, bu kez Anayasa değişikliğinde D. Bahçeli, Erdoğan’a “her istediğini verdi”.

Ne var ki, istediği anayasal metne kavuşan kişi, bununla da yetinmeyerek, TBMM’deki çoğunluğuna, Anayasa’ya aykırı yasa oylatabiliyor; yargıya ise, istediği kararı verdirebiliyor.

-Üçüncü fark veya olumsuzluk ise, anayasal denge ve denetim düzenekleri büyük ölçüde ortadan kaldırıldığı için, “Anayasa suçu” zanlısına yaptırım  uygulamanın neredeyse olanaksızlığı.

 

AKTÖRLER VE FAKTÖRLER

Eğer Anayasa değişikliğinin, biri dolaylı ikisi doğrudan üç aktörü var ise, “Gezi sahiplenmesi”, faktörlerin başında yer alır.

Şöyle ki, Anayasa değişikliğinin baş aktörü, Atatürk Havaalanı yıkımından AOÇ’de kaçak Saray yapımına kadar hemen her projesini uygulamaya koydu; Gezi Parkı’nda AVM inşaatı hariç.

Gezi sahiplenmesi ve direnişi, AVM yapımını engellemekle sınırlı kalmadı; Erdoğan’ın toplum mühendisliğini frenleyerek “iktidarın sınırları”nı ortaya koydu. Direniş, anayasal tanımla özdeşleşti: iktidarı sınırlamak ve özgürlükleri güvencelemek.

Bu nedenle, siyaset biliminde Gezi, demokrasinin post-modern mantığı olarak tanımlanır.

Haliyle, Saray’ın Gezi düşmanlığı, monokrasi ve demokrasi arasındaki mücadelede somutlaşır.

 

MONOKRASİ, ADİL YARGI ENGELİ…

Kuşkusuz Demirtaş ve  Kavala kararlarında simgeleşen yargı skandalları karşısında sessiz kalmamak ve  eleştiri oklarını eylemsel yollarla pekiştirmek gerekli. Ne var ki,  monokrasi yürürlükte oldukça, bu anayasal düzen çerçevesinde “siyasal iktidarın eldeğiştirmesi”ni engelleyici adımlar, içeride “anayasa suçu”, dışarıda ise, “savaş iştahı” ile hiç eksik olmayacak.

O nedenle, demokratik hukuk devleti anayasası için ortak paydalar oluşturmak, güncel olduğu kadar acil bir sorun.

Rejim, Anayasa yoluyla yıkıldı; demokrasi, yine Anayasa yoluyla inşa edilecek, ancak meşru yol ve yöntemlerle. Bu konuda CHP, tarihsel bir sorumlulukla karşı karşıya…

 

İbrahim Ö. Kaboğlu (BirGün, 27 Şubat 2020)

Yoruma kapalı.