“ Yargı da sorgulanmalı ”

- Devamı için tıklayınız -

Yargı reformunda zarf ve mazruf” başlıklı önceki yazı, Yürütme’nin, daha doğrusu Adalet Bakanlığı’nın yargı organına bakış tarzına ilişkindi. Yasama ve Yürütme karşısında Yargı bağımsızlığını savunmak, savcı ve yargıçların kendi dünya görüşlerine, ideolojik eğilimlerine karşı bağımsızlık gereğini unutturmamalı.

Son bir hafta içerisinde gazetelere yansıyan haberlerin birkaçı bile, şu sorulara yeterli bir yanıt oluşturabilir: savcı ve yargıçlar, Anayasa veya TCK öyle emrettiği ya da diğer anayasal organlar karşısında yeterince bağımsız olmadıkları için mi soruşturma başlatıyor veya karar veriyor? Yoksa, kişisel bakış açıları mı ağırlıkta?

BASINDAN BİRKAÇ BAŞLIK-HABER

‘Okullar açılıyor, ben içerdeyim’: Polise taş attıkları gerekçesiyle terör örgütü üyeliğiyle suçlanan çocuklar ise yine demir kapılar ardında olacak… (Radikal, 23.9.’09).

“Milliyet’e Kürt açılımını yorumlayan sanatçı Avşar hakkında ‘Halkı kin, nefret ve düşmanlığa tahrik ettiği’ gerekçesiyle soruşturma açıldı. Yazarımız Sevimay hakkında da soruşturma başlatıldı.” (Milliyet, 23.9.’09).

“Polis şiddeti 2 yılda 57 can aldı.” (BirGün, 25.9.’09)

“Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun güvenlik güçlerinin kendilerine saldıran kalabalığa ateş açarak ölüme neden olmaları halinde ceza almayacaklarına yönelik kararı 2’ye karşı 21 oyla alınmış.” (G. Tahincioğlu, Milliyet, 26/9).

“Türkiye’de 37 gazeteci tutuklu bulunuyor.” (BirGün, 27.9.’09).

Bu tablo karşısında listeyi uzatmaya gerek var mı?

GÜVENLİK, ÖZGÜRLÜK İÇİN DEĞİL Mİ?

Acaba, tutuklu gazetecilerden kaçının yaptığı haber veya yazdığı yazı, eylemle sonuçlanan etki yarattı?

Taş atmakla, -öldürme ile sonuçlanan- silah kullanmak arasında “ölçülülük” ilkesi uygulanmadığı için, taş atan çocuk da olsa hapiste; buna karşılık, öldüren devlet görevlisi serbest.

“Kişi hak ve özgürlüklerini korumak”, Ceza Kanununun öncelikli amacı (m.1). Ne var ki, -Avşar/Sevimay soruşturmasıyla yeniden öne çıkan- TCK md. 216, düşünce özgürlüğünü bastırmak için, md. 301’le adeta yarıştırılıyor.

Burada, diğer suç ve md.lere göre özgül durum şu: bir eylem yok; söz-yazı-görüş-tartışma ve öneri var. Sahibi de belli. Bu nedenle, suç-suçlu ilişkisi konusunda inceleme ve araştırmaya, delil toplamaya gerek yok… ama, “söz ve yazı” suç olarak nitelenebilir mi? Özetle sorun, suç var mı, yok mu? noktasında düğümleniyor.

Bunu belirleyecek olan, “gerekçe”: açıklanan düşünce ile korunan değer arasındaki ilişkinin ortaya konması. Bu gereklilik, TCK m. 216 gibi, “kamu güvenliği açısında açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması hali” ölçütünü getiren bir düzenleme için, öncelikle yerine getirilmeli.

Bunu aslında Yargıtay Ceza Genel Kurulu (CGK), İnsan Hakları Danışma Kurulu (İHDK) davası vesilesiyle somut ve açık bir biçimde ortaya koydu (29.4.’08).

KARARLARI KİM OKUR?

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) kararlarının Türkçeye çevrilerek, savcı ve yargıçlar için ulaşılabilir hale getirilmesi için çaba gösterilir. Fakat, acaba ulaşılabilir olan ulusal yargı kararları, savcı, yargıç ve avukatlar tarafından ne kadar okunuyor? Ya da Adalet Bakanlığı, en azından Yargıtay Genel Kurul Kararlarını, yargı mensuplarına ulaştırmak için neden özel bir çaba göstermiyor?

TCK m.216’nın ihlal edildiği gerekçesiyle soruşturma açan savcıların, örneğin, adı geçen kararı okumadıkları veya kendileri açısından yönlendirici olduğunu düşünmedikleri anlaşılıyor. Dahası, aynı çatı altında görev yapan yargıçlar, en azından genel kurul kararların okumazlar mı? Zira, bir CGK’nu oluşturan üyeler, diğer Kurul’un kararlarından haberdar görünmüyor. Bir yanda,“açık ve yakın tehlike” ölçütünü fikir özgürlüğü lehine kullanan yargıçlar; öte yanda, yaşam hakkı karşısında bile, ölçülülük ilkesini yoksayan Yargıtay üyeleri. Oysa, taş atmakla, öldürme ile sonuçlanan silah kullanımı arasında, -gereklilik, elverişlilik ve orantılı olma yönlerinden- ölçülü bir ilişki yoktur. Bu nedenle, CGK kararı, İHAM’dan dönecektir…

Ceza Yasası uygulamasında, insan hakları güvence ölçütlerinin farkında olan savcı ve yargıç sayısının artması dileğiyle, sözü sevgili meslaktaşım Türkan Yalçın Sancar’a bırakıyorum: “Yargının işlevini yerine getirebilmesi için, şart olan BAĞIMSIZLIĞIN önkoşulu TARAFSIZLIKtır. Tarafsız olmayan bir yargı mekanizmasına hiçbir iktidar ve toplum BAĞIMSIZLIK vermez. Bundan da sadece yargı değil, bütün toplum zarar görür. Toplumsal barış ve düzeni sağlamakla görevli olan yargıç, toplumsal barışı bozan bir faktör haline gelir.” (Ne de kolaydır ülkemde ‘tahrik!’, Yorum, Radikal, 29.9.’09).

Yoruma kapalı.