“ Yargı “sivil”, anayasa “askeri” ”

- Devamı için tıklayınız -

12 Eylül 1980 düzenlemelerini aşarak, askeri dönem ruhunu tarihe mal etme söylemi, gerçek mi yoksa sanal mı? Bunun en belirgin göstergesi Anayasa. Yenilenmesi, 12 Eylül Sayfası’nı çevirmenin başlıca yolu. Gerçi, toplumun farklı kesimleri bu yönde birçok ürün ortaya koydu. Fakat siyasal çevreler, 1982 Anayasasını yenileme konusunda değil, tam tersine, yaşatma yönünde açık veya örtülü ortak iradeye sahip. Hatta bu, anayasal kurumlar bütününde görülebilir: yürütme, yasama ve yargı.

Anayasa nasıl pekiştirilir?

Son yıllarda yapılan değişiklikler, 1982 Anayasasını aşma iradesinden çok, onu pekiştirici işlemler zincirine dönüştü. Cumhurbaşkanı’nın doğrudan halk tarafından seçilmesini öngören 2007 değişikliği, halka bile onaylatıldı. Böylece, Milli Güvenlik Konseyi’nin aç(a)madığı yolu, AKP anayasalaştırdı. Sonuçta pekişen, CB ekseninde güçlü Yürütme hedefinde yazılan 1982 ruhu oldu.

2008 hamlesi de benzer bir işlev gördü: metinde gizlenen ve sadece gerekçede dillendirilen “türban değişikliği”, üniversitelerin kapalı mekânlarında örtünün açılması için yetmedi. Örtüyü örtülü biçimde anayasalaştırma çabası, tam tersine, 1982 Anayasasını açık bir biçimde pekiştirici bir işlev gördü. Bu süreçte başrolü, Anayasa Mahkemesi (AYM) üstlenmiş oldu.

2009 yazı da, benzer bir sürece işaret ediyor; üstelik, 2007’de olduğu gibi, CB seçimi sorunu yok, 2008’de kullanılan “eğitim hakkı” gerekçesi yok

CMK m.250 ve Anayasa m.145

Bu kez; 5918 sy.lı Kanunla yapılan düzenleme sırasında, Ceza Muhakemeleri Kanunu (CMK) m.250 de değiştirilerek, askeri mahkemelerin görev ve yetki alanına giren suçların bir kısmı, “adliye mahkemeleri”ne kaydırıldı. Askeri mevzuata dokunulmadı. Anayasa m.145 ise, asker ve asker olmayan kişilerin askeri ve/ya askeri olmayan nitelikteki suçları için oldukça geniş bir tanımlama yapıyor.

Sorunlar ayrı ayrı ve iç içe:

-değişikliği gece yarısından sonra kotarma tarzı,

-yasada, m.145’e açık ve örtülü aykırı öğeler,

-CMK uygulamasının yaratacağı karmaşa.

-AYM’nin iptali durumunda doğacak sorunlar…

Bu sıkıntılı süreci başlatan AKP, engelleme yerine kolaylaştıran CB, kızıştıran ise CHP; hepsi TBMM’yi dışladı. ?imdi gözler yine AYM’ye çevrildi.

AKP ve şurekası, okları AYM’ye “anayasaya aykırılık istemi”ni reddetmesi için doğrultacak; CHP ve destekleyicileri ise, yürürlüğü durdurması ve yasa değişikliğini iptal çağrısında bulunacak. Kuşkusuz, iki uç seçenek dışında AYM, ara çözüm yollarını da kullanabilir. Ne olursa olsun, AYM’nin m. 145’i “tahkim edici” bir görev üstleneceği tahmin edilebilir. Fakat açık olan şu: AYM kararından bağımsız olarak, “sivil-askeri yargı” arasındaki görev ve yetki karmaşası, boyutları ve süresi belirsiz bir hukuki ve siyasal bunalıma sürüklemekte ülkeyi…

Yargıya “itibar”ın anlamı…

“Yürütme’nin güdümünde Yargı”, 1982 Anayasası’nın sürekli eleştirilen kurgusu. Yasama dokunulmazlığı karşısındaki tavrında olduğu gibi AKP, bu konuya da hep mesafeli durdu. Fakat, Ergenekon davası sürecinde yargı, parti çevreleri gözünde “saygınlık” kazanmaya başladı.

Oysa, adil yargı, tarafsız karar süreci ve bağımsızlık konusunda mahkemelerin –Yargıtay dahil- ülke genelinde yansıttığı olumsuz tablo, giderek daha vahim boyutlara ulaşıyor. Gerçi bunun nedeni, tümüyle mevzuata mal edilemez. Ama işe, Anayasa’dan başlama gereği açık.

Ne var ki, bu yönde girişim bir yana, yasama süreci ve anayasallık açısından tartışmalı bir şekilde, askeri yargıya ilişkin sorunlar da sivil yargıya taşınıyor…

Eğer hukuk devletini temellendirme hedefinde içtenlik varsa, öncelikle yapılması gereken, yasama-yürütme-yargı üçlüsünü, yargı bağımsızlığı ekseninde ve erkler ayrılığı (EA) çerçevesinde yeniden yapılandırmak olmalı.

Önce asker-sivil birliğini sağlayalım, sivili sonradan birbirinden ayırırız, denirse, değişen, bir vesayetten diğerine sürüklenme olur; üstelik bu, parti vesayetiyle de sınırlı kalmaz.

Askeri anayasa vesayetine evet

Sonuç olarak; AKP kurmaylarının önemli sorunları çözüyormuş görüntüsü altında neden olduğu zincirleme bunalımlar, birçok kurumun katılımı sonucu 1982 Anayasası’nı kalıcı kılma yarışına dönüşmüş bulunuyor. Bunlar, “zina suçu”nda olduğu gibi Brüksel müsekkini ile bir gecede çözülen sorunlardan tamamen farklı.

AB üyesi devletler bile, Avrupa antlaşmalarına uyum için anayasayı değiştirmekle işe başlayacak; siz ise, yaptığınız hataya kılıf olarak “AB istiyor” bahanesini kullanacaksınız…

Askeri mahkemelerin yetkilerini–vesayetten kurtulma adına-sivil mahkemelere geçiren siyasal irade, bütün olarak “askeri anayasa” vesayetini pekiştirmiş olmuyor mu?

Yoruma kapalı.