“ Yeni çatışma ekseni: "Türkiye ülkesi" mi? ”

- Devamı için tıklayınız -

Hangi tasarı?

Önümde iki yasa tasarısı var: “Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı” (TBÇKKT) ve “Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu Tasarısı” (HSYKKT).

Hangisine öncelik vermeli haftalık bir yazıda?

“Anayasada açıkça yazılı olan hususlar dışında, Başkanın yetkileri önemli ölçüde sınırlandırılmaktadır…” (HSYKKT genel gerekçesinden). Bu alıntı bile tek başına bir yazı için yeterli malzeme sunuyor…

Fakat buna karşılık, TBÇKKT, Anayasa’ya yabancı bir metin. Başka bir anlatımla, HSYKKT, bir yandan Anayasa değişikliği “erdemleri”ni sıralıyor; öte yandan, anayasal düzenlemeyi, yasa ile dengeleme kaygısını yansıtarak, “anayasal şikayetleri elden geldiğince karşılamaya çalıştık.” mesajını veriyor. TBÇKKT’ya ise tam tersi bir yaklaşım damgasını vuruyor: Anayasa yok sayılıyor.

Bunun anlamı nedir?

TBÇKKT’in, 1982 Anayasasından daha ileri bir düzenleme olduğu için mi? Yoksa, yürürlükteki hükümleri yok sayarak, yeni bir Anayasa değişikliğine yasal bir zemin hazırlamak için mi?

“Ülke” keşfediliyor…

“Ülke” adı verilen yeryüzü alanı, yaşamın ana bileşenlerine vurgu temelinde giderek anayasalaştırılmakta. 1982 Anayasası da, her türlü kusuruna rağmen, eksikleriyle birlikte bu konuda düzenlemeler yaptı: “kıyılardan yararlanma” (m.43), “toprak mülkiyeti” (m.44), “Tarım, hayvancılık…”(m.45), “…çevrenin korunması” (m.56), “Tarih, kültür ve tabiat varlıklarının korunması” (m.63)….Bu kuralları somutlaştıran birçok yasa, 12 Eylül döneminde ve sonraki yıllarda yürürlüğe kondu. Bazıları, ilerleyen yıllarda iyileştirildi. Mesela, son olarak 2006’da gözden geçirilen Çevre Kanunu, çevre hakkı öğeleriyle pekiştirdi

“…çatışmanın tarafları”

Uyulması zorunlu kural niteliğindeki Anayasa maddelerinin başlıca muhatabı, ilgili kamu makamları. Ne var ki, “ tabiatı ve biyolojik çeşitliliği” tahrip eden ve zedeleyen uygulamalar,giderek “ülke bütünü”nü kaplıyor.

Bunlar, en azından bir kısım medya tarafından kamuoyuna duyuruldukça, çatışmanın boyutları da su yüzüne çıkmaya başladı. Üç taraf var: karar alıcı konumdaki siyasal iktidar, yatırımcı firmalar ve halk.

1- Başlıca siyasal karar mercii olarak Hükümet, TBMM yoluyla (Nükleer santralde olduğu gibi), ama daha çok idarî birimler aracılığıyla, Ülke’ye yönelik projelerini uygulamaya koyuyor.

2- İş çevreleri, bunları büyük bir iştahla sahipleniyor. Bir örnek: Rize’de HES inşaatı yapan Gaziantep’li işadamı (…), İkizdere vadisinin doğal sit alanı ilan edilmesini eleştirerek, “Bu karar Türkiye’deki akarsuların boşa gitmesi demek. Biz de itiraz edeceğiz…”diyor (Radikal,1.11.’10).( İşte “Anadolu kaplanları!”).

3- Yaşam alanları tehdit edilen halk. (“Reaya” değil “halk”, “tebaa” değil “yurttaş”). Yer altı kaynakları dahil, doğal ortam ve alanlar üzerinde onarımı mümkün olmayan zararlara neden olan yatırımlara, ilgili yörelerde yaşayan insanların karşı çıkması doğal değil sadece, zorunlu da. Aksi halde, yaşam ortamları tüketilecek… İdare Mahkemeleri, yatırımlara yönelik olan, ancak mevzuata aykırı görülen karar ve işlemlerin yürürlüğünü durdurmakta veya iptal etmekte. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulları ise, “sit alanları”nı belirleme görev ve yetkisine sahip olan ve belli ölçüde özerk ve uzman idarî birimler.

Anayasa’dan sonra Yasa…

2010 Anayasa değişikliği, idarî yargının denetim alanını tehdit eden bir kayıt koydu: “…hiçbir surette yerindelik denetimi yapamaz.”

Şimdi ise, TÇBKKT ile, tanım olarak, doğal alanları daraltıcı ve kültürel varlıklara indirgeyici bir düzenleme öngörmekte. Oysa, “Tarihi, Kültürel ve Doğal Varlıklar”, bir bütün oluşturur.

Bu konuda koruma yetkisi ise, merkezi idarenin memurlarından oluşan “Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Kurulu”na veriliyor. Mahallî biyolojik çeşitlilik kurulları ise, bir vali yardımcısı başkanlığında oluşturulacak idarî birim niteliğinde.

Tasarı, konuyla ilgili yürürlükteki birçok yasada ayıklama yapıyor: korunması gereken değerler alanı daraltıldığı gibi, koruma birimleri de, yetki yoğunlaşması yoluyla merkezileştiriliyor…

TÇBKKT ile yapılmak istenen bu köklü düzenlemelerin Anayasa’ya aykırılığı; bunların, ülkeyi koruyucu Anayasa maddelerini değiştirmek için bir ön hazırlık olduğu görüşüne meşru bir temel sağlıyor.

Büyük çatışma eksenine doğru: dinsel ve/ya etnik temele dayalı çatışmalar daha çok gündeme çıkıyor. Yaşam hakkı temelinde ve ülke ekseninde yeni bir çatışma alanı filizleniyor. Görünen, bunun bedelinin, Türkiye ülkesi ve halkı için çok ağır olacağı…

Yoruma kapalı.