“YÜRÜTME BENİM”, “DEVLET SEN DEĞİLSİN”

“YÜRÜTME BENİM”, “DEVLET SEN DEĞİLSİN”

Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı sn. Erdoğan, 1 Ekim 2018 günü TBMM açış konuşmasında “yürütme benim” demiştim.

“Yürütme benim” saptaması, 2017 Anayasa değişikliği ile örtüşüyor. Zaten,  Anayasa değişikliğini “kişisel proje” olarak niteleyen de kendisi.

Ne var ki, yürütmenin kişi ile özdeşleşmesi, yasama ve yargı için özerk ve bağımsız olduğu anlamına gelmiyor. Çünkü, yürütmenin yasama üzerinde vesayeti ve yargı üzerinde güdümü açık.

 

KİŞİSELLEŞMENİN ÜÇ BOYUTU 

Yasama üzerinde vesayet, parti genel başkanlığı yoluyla sağlanıyor. (Genel başkanlığın, Anayasa’nın amir hükümleri ile bağdaşmıyor olması, ayrıca tartışılmalı).

Yargı üzerinde vesayet ise, Anayasa yoluyla sağlanıyor; çünkü Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK), bu şekilde tasarlandı.

Bunların anlamı şu: Anayasa, Başlangıç kısmında ve ilgili maddelerde yasama, yürütme ve yargı ayrılığını öngörüyor olsa da, 2017’de yapılan sapma, hukuken ve fiilen bu durumu engelliyor.

Ne var ki, tek kişi hakimiyeti, yürütme-yasama-yargı ilişkileri düzleminde sadece “yatay erkler ayrılığı” ekseniyle sınırlı kalmayıp, merkez-çevre ilişkilerinde de geçerli kılınmak isteniyor. Bu da, akçasal ve ülkesel olmak üzere çifte boyutlu. Şöyle ki;

Vergi düzenlemelerinde,  sağlanması öngörülen gelirler, yerel yerine merkezi yönetime yönlendirildiği gibi, bunların oranlarını belirleme yetkisi de Cumhurbaşkanına tanınıyor. 9193 saylı yasa ile öngörülen konaklama vergisi, bunun tipik örneği.

Çevre ve imar gibi “ülkesel” diyebileceğimiz ve nitelik olarak yerel yönetimler alanında yer alan görev ve yetkilerin de, merkeze ve özellikle Saray’a bağlanması (7174 sayılı Kapadokya Alanı Kanunu, Boğaziçi için öngörülen  düzenleme vb), merkezin ülke bütünü üzerinde hakimiyet kurmaya çalışması…

 

SÖYLEM VE EYLEM ÖRTÜŞMESİ

Görüldüğü üzere, 2017 düzenlemesini “tek kişi yönetimi” şeklinde niteleyen demokratik muhalefet öngörüsünü de aşan bir durum.

Çünkü 16-17 aylık uygulama, “monokratik yönetim” eleştirisini haklı kılmıyor sadece; Saray, yasama ve yürütme ile yetinmeyip ülke bütünü için fiili veya yasal yetkiler hazırlıyor. Bunu, parti başkanı  kendi başına yapmıyor; atadığı kişiler de bu yolda seferber. Mesela, CB yrd., TBMM’yi işlevsel kılmak amacıyla yapılması gerekenler konusunda da çalışmalar yapabiliyor.

Bu bakımdan, demokratik muhalefetin söylemi ile monokratik yönetimin eylemleri arasında örtüşme var: Yasama ve yargı üzerinde vesayet ve  güdüleme eğilimini sürdüren kişi ve Saray, akçasal yetkiler ile ülkesel yetkileri de merkeze çekmeye çalışıyor.

 

REJİM VE ÖTESİ…

Çok tartışıldı, 2017’de bir siyasal rejim (CHP) mi yoksa bir sistem değişikliği (AKP) mi yapıldığı konusunda.

Anayasa ile belirlenen hükümet sistemi veya yönetim biçimi, ilgili ülkenin siyasal rejimi” olduğuna göre, 2017’de yapılan bir rejim değişikliği (CHP).

AKP’liler ise, sistem değişikliğinde ısrarlı. Sistem, “siyasal rejimin işleyişini etkileyen (iktisadi, toplumsal, kültürel ve dinsel) öğeleri de kapsayacak şekilde toplumsal yapı ve siyasal yapı arasındaki ilişkiler bağlamında geniş anlaşılması”dır.

Aslında Saray’ın yapmaya çalıştığı da bu: iktisadi, kültürel ve dinsel öğeleri şekillendirerek toplumsal yapıyı değiştirmek.

 

HAYATIMIZIN MERKEZİNE DİNİN HÜKÜMLERİNE YERLEŞTİRECEĞİZ

Erdoğan’nın bu sözleri, yatay erkler ayrılığı çerçevesindeki yetkileri, akçasal ve ülkesel yetkileri Saray’da toplama nedenini de ortaya koyuyor.

Bunun anlamı, “Devlet benim” iradesinin, adı konulmadan yansıtılması.

Nasıl ki, bütün baskılara rağmen Anayasa halkoylamasında toplumun yarısı direnebildiyse, 24 Haziran seçimlerinde benzer bir sonuç çıktığı halde yerel yönetimlerde halk, tercihini demokrasi yönünde  ortaya koydu ise, 2019 sonu itibariyle bütün gelişmeler, “Devlet benim” irade ve uygulamasına geçit vermeyeceği yönünde.

İbrahim Ö. Kaboğlu

Yoruma kapalı.