“ La Turchia tra laicita e İslam ”

- Devamı için tıklayınız -

Yazının başlığı, Siena Üniversitesi’nde yapılan ‘İslam ve Demokrasi’ seminer dizisinde ülkemize özgülenen bölümün adı (27 Şubat). Son haftaya damgasını vuran olayları özetleyen başlığın çevirisi şu olabilir: “Lâiklik ve İslâm kıskacındaki Türkiye”.

Artık seçim kampanyası sırasında Kur’an dağıtmaya gerek yok. Çünkü, bu tür etkinlikler, Anayasa Mahkemesi’ne takılabilir. Üstelik karın da doyurmuyor. Bu nedenle, seçmenlerin dünyevî ihtiyaçlarını karşılamayı öne çıkarmalı, asıl olan uhrevî gelecekleri için ise, daha büyük oynamalı: Bunlar artık devlet eliyle yapılmalı, yani kurumsallaştırılmalı. Nasıl mı?

TRT ŞEŞ’TE KÜRTÇE MEVLİT

3 Ağustos 2002 günlü Yasa ile, Türkçe dışındaki dilleri öğrenme ve bu dillerde yayın yapma olanağı doğdu. 2004’te TRT, Arapça, Boşnakça, Çerkezce, Kürtçe ve Zazaca yayına başladı.

Ölü saatlerde ve çok sınırlı olarak yapılan yayınlar fazla ilgi görmedi, ancak tepki çekmedi de değil. TRT, diller arasındaki tercihi hangi ölçütlere göre yapmıştı? Neden diğer bazı dilleri -istedikleri halde- dışarıda bırakmıştı?

Bu kez, TRT Şeş adı ile açılan 6. kanal Kürtçe’ye özgülendi. 1 Ocak’ta yayına başlayan bu kanal, kimisine göre “devrim”, kimisine göre de AKP’nin yerel seçim yatırımı idi; özellikle surlarla çevrili kaleleri fethetmek için…

TRT, mevlit kandiline Kürtçe ile destek verdi; kutlama Diyarbakır sokaklarında yapıldı: “Kürtçe mevlide 80 bin katılım” (Yeni Şafak, 9.3.’09, resimli haber). Peki kim düzenledi? Habere göre, IKRA-DER öncülüğünde oluşturulan Peygamber Sevdalıları Derneği. Ahmet Hakan’a göre ise, “Hizbullah” örgütünden kalanların oluşturduğu, “Mustazaf-Der” (“Peygamber mitingi’ hakkında her şey”, Hürriyet, 11.03.’09).

Soru: Peygamber mitingi ile TRT Şeş arasındaki ilişki ne?

Yanıt: ‘diyarkale’ fethi yakın, ‘ötediyar’ ise uzun hedef belirlemesi yapılabilir (…)

Bu nedenle, diğer dil grupları (Lazca, Zazaca, Çerkezce, Gürcüce…), Kürtçe yayın yapan TRT 6 benzeri kanal yerine, genel olarak TRT programlarına girmeyi istemeli. Zira, görsel-işitsel iletişim özgürlüğü açısından, iç çoğulculuk veya programlara giriş hakkı, kamusal yayınların temel ilkesidir.

Aksi halde, dil ve kültürü toprak üstünde yaşatma amacı, başkaları için “öte dünya aracı” haline gelebilir: Dilin yaşatılması, siyasal araç haline gelecekse, “dilleri doğal ölüm”e bile terkedilebilir; birilerinin ölüm sonrasını, toprak üstündeki iktidarlarını güçlendirme aracı olarak kullanmalarına seyirci kalmaktansa…

TÜBİTAK’IN EVRİMİ: HARUN YAHYA

Darwin’in evrim teorisini çürütmek için bazı gazetelerde tam sayfa ilanlar çıkar, Harun Yahya imzalı, nam-ı diğer A. Oktar. Hatta, bir kez Radikal’de de çıkınca, İsmet Berkan bunun nasıl sızdığını (!) sorguluyordu.

Kürtçe, mevlit suyu ile resmen yıkanırken, TÜBİTAK’ın son 5 yılda geçirdiği evrim de gözler önüne seriliyor: maymundan insana evrimi gösteren ve Darwin kuramının simgesi hale gelen ‘beşli resim’ yırtılıveriyor. Özellikle, ortada yer alan üçü, ‘recm’ yoluyla yok edilerek, maymun ve insan bırakılıyor. Şunu söylemek için: maymunu olduğu gibi, insanı da tanrı yarattı. “Ortak ata” yerine, “ortak yaratıcı” inancına sığınılıyor…

Böylelikle, TÜBİTAK’ın geçirdiği başdöndürücü evrim yoluyla, ilim-irfan bütünleşmesi sağlanıyor. Ayrıca, “devasa bütçesiyle Diyanet İşleri Başkanlığı, İslam’ı devletin resmî dini haline getirerek, Osmanlı’daki Şeyhül-İslamlık kurumunun yerini mi aldı?” sorusuna da yanıt verilmiş oluyor…

RAPOR’U NE YAPSINLAR?

Geçen hafta, resmî zevatın İnsan Hakları Raporları’na gösterdikleri tepkinin süreğen hale geldiğini yazmıştım.

Şimdi Radikal’de yazan eski bir bakan, 2004 İH Raporu için “Avrupalarına soksunlar” demişti de, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi onu aklamıştı.

Şimdiki Bakan ise, ABD’ninki için, “arka sıralardaki görevliler tarafından hazırlanan rapor” diyor. Oysa asıl belirleyici olan içeriği için “yanlış” diyemiyor. Kendisi gibi ön sıralarda yer alan mevkidaşlarının yazmasını mı ima ediyor? Gerçi kendisinin Rapor’u görüp görmediği kuşkulu. Ama, yerli mevkidaşına göre edepli, yani evrim geçirmiş: ABD’ye yönelik eylemli bir sözcük kullanmıyor. Zaten değmez de, çünkü rapor insan hakkıyla ilgili, yani dünyevî sadece …2004 tren kazası bile “takdir-i ilahi”ye bağlanmamış mıydı?

Kısacası, bilimsel ve insan hakları kuruluşları başta gelmek üzere, dünyevî yapılanmada 2003’ten bu yana gerçekleştirilen operasyonlar tutmuş görünüyor. Bu nedenle, “Lâiklik ve İslâm arasında” veya “Lâiklik ve İslâm kıskacında” şeklinde çeviri yerine, “İslam sarkacındaki Türkiye” deyimi, betimlenen tabloya daha uygun. Buna da, yazımın kendi içinde geçirdiği evrim denebilir.

Yoruma kapalı.