“ ‘Merkezileştirilmiş’ yerel seçimler ”

- Devamı için tıklayınız -

Beş yılda bir yapılan “mahallî idareler” seçim sonuçlarına ilişkin değerlendirmeler, üç noktada yoğunlaşıyor:

•oyların partilere göre dağılımı: elde edilen oy sayı ve oranı, belediye başkanı sayısı.

•önceki genel ve yerel seçimlerle karşılaştırma: artışlar, eksilmeler ve kaymalar,

•seçim haritası: oyların ülke genelinde dağılımına göre partilerin durumu.

Üç ölçekte yapılan gözlem ve geleceğe yönelik tahminler, genellikle biçimsel demokrasi eksenli. Fakat, demokrasinin özsel boyutu, tartışılmayan ya da teğet geçilen konu, yani halen askıda:

»Türkiye’de yerel yönetimler, merkez karşısında ne ölçüde özerk?

»Bunlar, Avrupa standartlarının neresinde?

»Yerel yönetimler, halka en yakın demokratik kurumlar olarak, merkezî otoriteyi sınırlama özelliğine sahip mi? Yoksa, tam tersine, merkezin gücünü pekiştirme aracı mı?

»Türkiye gibi, nüfus ve yüzölçümü olarak büyük, “demokratik” bir ülke için, mevcut “mahallî idareler” (Any., m.127), yeterli mi? Yoksa, bunları, yeniden yapılandırarak merkezin vesayetinden kurtarmak gerekmiyor mu?

KAZANAN DEMOKRASİ Mİ, AKP Mİ?

Yapılan değerlendirmeler, neredeyse ortak paydada buluşuyor ve deniyor ki: muhalefet biraz güç kazandı, buna karşılık AKP’nin oy oranı düştü; sonuç: kazanan demokrasi, kaybeden ise AKP.

Bu gözlem veya vargı, sandıktan çıkan sonuçlar, yani biçimsel demokrasi açısından savunulabilir kuşkusuz. Ancak şu sorulabilir: AKP’nin elde ettiği oy oranı, yüksek mi, düşük mü? Her ikisini savunmak da mümkün:

-Gerçi AKP’nin, oy oranını yüzde 47’lerden 38’lere düşürmekle, bir kayba uğradığı açık. Ne var ki, onca olumsuz etmen ile bu düşüş arasında doğru orantı kurmak güç. İktisadî bunalım, hak ve özgürlük ihlallerinin artarak süreklileşmesi, sürekli kriz politikası, hatta AYM yaptırımına maruz kalması… Tüm bu olumsuz etmenlere karşın, iki büyük muhalefet partisinin oy toplamının AKP’ninkine ancak ulaşması, AKP’yi başarılı saymak için yeterli sonuç değil mi?

-Buna karşılık AKP, hükümeti ve bürokrasiyi, daha doğrusu devleti, kendi lehine seferber etti; Başbakan yerel seçimleri ulusallaştırdı; üstelik yurttaşların gözünde iktidarın sürükleyici özelliği var… Hatta AKP, Anayasa-yasa bile tanımadan, var gücüyle asıldığı, neredeyse “ülke yönetimini askıya aldı”ğı seçim kampanyası sonucunda, ancak bu yüzdeye ulaşabildi. Bu açıdan bakıldığında ise, başarısız.

Öyle ki, seçim sonrası toplanan ilk bakanlar kurulu ardından açıklama yapan hükümet sözcüsü, AKP’nin oy kaybının nedenlerinin görüşüldüğünü açıkladı.

Deneyimli bir hukukçu olan Çiçek’in sözleri, iki açıdan değerlendirilebilir:

•psikolojik: Hükümet üyeleri, sonuçtan o denli olumsuz etkilenmiş ki, -görünüşte de olsa- üzüntüden hükümet-parti ayrımını yapamadı, tartışma yerinin parti toplantısı olduğunu bildiği halde.

•olgusal: Parti-hükümet, hatta parti-devlet özdeşleşmesi, resmen sergilenmiş oldu.

SONUÇLAR, YERELİ UNUTTURDU

Önceki anayasalar, farklı özellikleri ile sahiplenilir. 1921 Anayasası, “vilâyet ve nahiyeler” için öngörmüş olduğu “özerklik” statüsüyle gündeme getirilir. 1982 Anayasası ise, şu üç özellikle: devlet otoritesi, merkeziyet ve güçlü yürütme.

Denebilir ki, 29 Mart seçimleri, 1982 düzenlemesini (m. 127) bile aratır oldu.

Böyle bir seçim ortamında, kentsel plânlama, çevresel değerler, yerel yönetimlerin yeniden yapılandırılarak demokratikleştirilmesi, yurttaş-yönetim ve yerel yönetimler arası yatay ilişkiler, şehircilik hukuku gibi konular ya hiç ele alınmadı ya da gölgede kaldı. Konu ve sorunlar, daha çok merkez-çevre, yani dikey ilişkiler yönüyle sınırlı olarak ortaya kondu. Amaç, fren ve denge mekanizmasını sağlamaya değil, daha çok merkezin taşra üzerinden kendi gücünü pekiştirmeye yöneldi.

GELECEĞE BAKIŞTA ÜÇ BOYUT

Böyle bir ortamda, siyasetin partiler ekseninde şekillenmesi üzerine görüşlerin gündemi kaplaması, anlaşılır bir durum. Oysa, partileri şekillendirecek olan, üç boyutlu demokrasi yaklaşımı: merkez-çevre ve her ikisi arasındaki ilişkiler.

•yereli, demokrasi ve özerklik ekseninde yeniden yapılandırmak,

•merkezî kurumları -özellikle yasama ve yürütmeyi- demokratikleştirmek,

•merkez-çevre ilişkisini, fren ve denge mekanizmaları bağlamında tasarlamak.

Türkiye’nin demokratikleşmesi, üç boyutlu projeyi gündeminin merkezine yerleştirebilecek siyasal parti örgütlenmesi ile mümkün. Siyasal partiler, oy oranından çok, ülkenin ihtiyaçlarına göre tasarlanırsa, geleceğe yönelik tartışmalar, rasyonel temellere oturtulabilir. Yoksa, seçim sonrası Türkiye haritasının renkliliği ile övünenlerin “işte demokratik ve çoksesli Türkiye budur” saptaması, alaturka bir demokrasi anlayışından öteye geçemeyecektir.

Yoruma kapalı.