“ Anayasa, ‘toplumun özgeçmişi’ olabilir mi? ”

- Devamı için tıklayınız -

“Anayasa, bir özgürlük tekniğidir.” Bu özlü tanım, “özgürlük ve otorite arasında denge” kuran temel norm olarak anayasanın işlevinde “özgürlük lehine” vurguyu ifade eder. Fakat, zaman boyutuyla anayasa, bir halkın ya da toplumun otobiyografisi (özgeçmişi) olarak da nitelenebilir. Ne var ki, 21. yyıl dünyasında, mekân boyutu göz ardı edilirse, anayasa kavramı eksik algılanmış olur.

Anayasal evrim ile toplumsal değişim arasındaki diyalektik ilişki, olağan ve kırılma dönemlerinde farklılaşır. Nedeni şu: siyasal istikrarı sağlamakta zorlanan devletler, anayasalarını daha çok kopma dönemlerinde yeniler. Yenileme süreci, olağan dönemden çok olağanüstü dönemlerin ürünüdür.

Bu nedenle, nasıl bir anayasa sorusu, nerede ve ne zaman soruları ile birlikte gündeme gelir. Ne var ki, bu üçlü sorgulama, daha çok olağan dönem için geçerli. Çünkü olağanüstü dönemlere özgü güçler dengesi, ortak sorgulamayı değil, yanıtı dayatır. Bu ayrışmaya, 1961 ve 1982 Anayasaları, tipik örnek oluşturur. Biçimsel olarak benzemekle birlikte, içerik olarak karşı uçta yer alan iki Anayasa, ancak 1960 ve 1980’de öne çıkan askeri/siyasal güç farklılığı ile açıklanabilir; yoksa, yirmi yıllık zaman dilimi, anayasal karşıtlığı meşrulaştırıcı değişimi yansıtmaz.

NE ZAMAN?

Anayasal zaman, günümüz sorunlarına geleceğe yönelik çözüm önerileri üzerinde, geçmişten devralınan miras ışığında düşünmeye çağırır. Bu bakımdan, 1921, 1924, 1961 ve 1982 Anayasaları, Cumhuriyet anayasacılığının ortak mirasıdır. Yeni anayasada, hepsinden izler olacak, ama hiçbiri bulunmayacak. 1982’nin özgül konumu ise, kendisini ortadan kaldıracak olan yeni metne, yine kendi usul kurallarına saygı gösterilerek ulaşılacak olması.

Anayasal zaman, ülkesel bakış açısı ile sınırlı kalmayıp, çağdaş anayasacılığın verilerini de hesaba katar.

NEREDE?

Anayasal mekân, öncelikle Türkiye’ye özgü bir anayasal bakışı gerekli kılar. Burada temel sorun, üzerinde oydaşma (consensus) sağlanamayan alanlar ile anayasal miras arasındaki neden-sonuç ilişkisini araştırmak. Kimlik ve laiklik ekseninde ortaya çıkan kırılmalar, yönetimde merkez-çevre ilişkisi, anayasal uzlaşma formüllerini zorlaştırıcı sorunlardır.

Anayasanın mekân boyutuyla algılanması, bunların tartışılmasına elverişli zemin yaratabilir: “insan-devlet-ülke”. İşte, çağdaş anayasanın giderek somutlaşmaya başlayan sacayağı.

Örneğin, ülkenin anayasalaşması, hem kimlik, hem de yönetim sorunlarının çözümüne katkıda bulunabilir.

Kuşkusuz mekân Türkiye ile sınırlı değil: dışarıdan bakıldığında anayasal algılama ile içerideki algılama farklı. Bir de buradan, bölgeye ve dünyaya bakış.

•..Dışarıdan ilk anayasal izlenim: “Türkiye’de yürürlükte olan 1982 Anayasası, askerlerin halka dayattığı bir metin…”.

•İçeride; 1982 belli ölçüde onarıldı, ama yenileme ihtiyacı devam ediyor; ancak bu yönde ortak irade yok.

•Dışarıya bakış: biz anayasal olarak ne verebiliriz değil, başkaları bize ne verebilir? Bir de hakkımızda ne düşünüyorlar? sorusu…

Her ne olursa olsun, laiklik, başkaları gözünde Türkiye’yi özgün kılan özellik. Dünyanın neresinden bakılırsa bakılsın, laiklik öne çıkıyor. Bu içeride farkedilebilrse, laiklik üzerinde oydaşma kolaylaşabilir..

NASIL?

Anayasal içerik sorunu, üç kavram etrafında tartışılabilir: kurallar, kurumlar ve denge mekanizmaları.

“Emredici, yasaklayıcı ve olanak tanıyıcı” mevcut kurallar yerine, hangi yeni kuralları koymak gerekir? Bazı kurumları kaldırma, bazılarını yeniden yapılandırma veya mevcutlara yenilerini ekleme ya da yeni kurumlar oluşturma, anayasal kurumlar üzerinde çalışmayı gerekli kılar. Fren ve denge mekanizmaları ise, erkler arasındaki ve merkez-çevre ilişkilerinde, daha genel olarak devlet-toplum ilişkilerinde, siyasal iktidarı sınırlayacak ve onu hak ve özgürlüklerin hizmetine yönlendirecek kurallar ve kurumlar ağını ifade eder.

Bunlar, zaman boyutuyla “dün-bugün ve yarın” bakışıyla yazılmalı. Ancak ülkenin anayasal birikimi, insanlığın ortak anayasal mirası ışığında değerlendirilmeli: insan hakları, demokrasi ve hukuk devleti.

İşte, bu zaman ve mekân bileşimi yapılabildiği ölçüde, yeni anayasa, “Türkiye toplumunun özgeçmişi”ne çağdaş bir sayfa ekleyebilir.

DİSK’in girişimiyle uzmanlar kurulu tarafından hazırlanan, “Özgürlükçü, eşitlikçi, demokratik ve sosyal bir anayasa için Temel İlkeler”, böyle bir sayfanın açılmasını amaçlıyor. Açabilir mi? Yanıt, yeni anayasa söylemindeki içtenliğe bağlı. Çünkü, Temel İlkeler, toplumun ilgili zinde güçlerine ve siyasal aktörlere, hem tartışma zemini, hem de önlerini açmak için somut malzemeler sunuyor.

Yoruma kapalı.