“ İnsancıl hukuk: Herkes için, her yer ve koşulda... ”

- Devamı için tıklayınız -

İnsan haklarının sert çekirdeği, “dokunulmaz alanlar”a ilişkin: yaşam hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı gibi, ortam ve koşullar ne olursa olsun, herkesin her zaman ve her yerde yararlandığı mutlak güvenceler.

Bu kavramların “insancıl hukuk” bakımından anlamı ne?

İsrail kuşatma ve ambargosu altındaki Gazze mağdurlarına gemilerle ulaştırılmak istenen yardım faaliyetinin kanlı bir biçimde engellenmesi, “insancıl hukuk”un açık bir ihlali. İnsancıl Hukuk (İH) nedir?

İH, savaşan ve savaş dışında kalanlar arasında ayrım ilkesine dayanır. 19. yy.da 5 Cenevrelinin girişimiyle doğdu. Önce, Uluslararası Kızılhaç Komitesi kuruldu. 1864’te İnsancıl Hukuk Sözleşmesi imzalandı. Başlangıçta, yaralı ve hastaların korunması öngörüldü; zamanla, savaşın bütün mağdurları koruma kapsamına alındı…

Günümüzde Uluslararası İnsancıl Hukuk, 1949 Cenevre Sözleşmelerini ve 1977 ek protokollerini kapsamına alır… Bunlar BMÖ’ye üye devletler bütününce onaylandı. BM organları, insancıl hukuk ihlallerini ele alarak, bu hukuk dalının insan hakları ile sıkı ilişkisini de ortaya koydu.

İH, silahlı çatışma mağdurlarını koruma odaklı bir hukuk. İH belgeleri, istisna da kabul etmez. Yaralı ve hastaların özel korunması üzerinde çok katı düzenlemeler var.

Cenevre Hukuku, işgal altındaki toprakta, adil yargıyı ve çekirdek hakları da güvenceliyor: ceza yasasının geriye yürümezliği ve hukukun genel ilkelerine uygun olma gereği… Yaralı ve hastalara yardım bir yana, doğal çevre üzerinde kalıcı zarar verici savaş yönteminin kullanılması bile yasak. 1948 Soykırım Suçunu Önleme ve Cezalandırma Sözleşmesi’ni de kapsamına alan Cenevre Hukuku, sivil halk için ağır ihlaller yaratan savaş suçlarını da tanımlar.

Gazze’deki durum, İnsancıl Hukuk ve ilkelerinin açık ihlalinin dahi ötesine geçiyor. Çünkü, İsrail devleti, uyguladığı ambargo ile İnsancıl Hukukun koruma alanına giren kişi ve grupları, hatta bir halkı toptan ayrıca cezalandırıyor. Üstelik, işgal altındaki bölgeye, İH çerçevesinde yardımları engelliyor. Bunun da ötesine geçerek, yardım gönüllülerini öldürebiliyor.

Oysa, İnsancıl Hukukun gelişimi, klasik egemenlik anlayışını da görecelileştirmiş,

-kendi sınırları içinde- yardım için ilgili devletin rıza koşulunu ortadan kaldırmıştır. Diktatörlük rejimleri bile, dış yardıma karşı ancak geçici bir direnç gösterebiliyor… Siyasal rejimi “demokratik” olarak nitelenen İsrail ise, uluslararası hukuku, savaş hukukunu değil sadece, İH ve insan hakları hukukunu “sürekli olarak ihlâl” edebiliyor; üstelik sınırları dışında.

İSRAİL, TÜRKİYE VE BATI:

1) İsrail, Gazze halkını ölümüne cezalandırırken -ki buna soykırım da denebilir-, Hamas’ı bahane olarak kullanıyor. Hamas, demokrasi karşıtı bir örgüt bile olsa, bu durum, İsrail’in tavrını hiçbir biçimde haklı gösteremez. Çünkü, İH, her zaman, her yerde ve herkes için geçerli, hatta çevre için bile.

2) Türkiye ise, en üst düzeyde, en yaygın ve en sert tepkiyi gösterdi; İsrail’e savaş homurtuları dahil. Zincirleme tepkilerin önemli bir kısmı, dinsel motifli oldu. Hatta, “şehitlik mertebesi”, can kaybının panzehiri olarak görülebildi. Yardımı örgütleyen İHH ise, dinsel kimliği ile öne çıktı. Hamas’ın “avukatlığı”nı üstlenen resmi yetkililerin gözünde, Kudüs ve İstanbul arasında fark yok. Dahası, bir hafta boyunca tepki ölçüsü ve söylem tarzı, kutsal savaş (cihat) havasını andırmadı değil.

Gerek sivil, gerekse resmî kesimlerin eylem ve söylemi, İH temel ilkeleri dışında: insancıllık, tarafsızlık, bağımsızlık, gönüllülük, birlik ve evrensellik.

Oysa, yardımın çerçevesini çizen bu ilkelere uyulması ölçüsünde İH kuralları işletilebilirdi. O ölçüde İsrail, uluslararası örgütler ve kamuoyu önünde inandırıcılığını yitirirdi. Tam tersine, yaptırım uygulanması bir yana, İsrail’in kınanması bile zorlaştı. BM ise, İnsancıl Hukuku uygulamakta acz içinde…

3) İsrail’in dünya ile adeta dalga geçmesi, nasıl açıklanabilir? Sadece üç neden:

•Batı uygarlığının dinsel temeli, judeo-chretienisme (Musevilik-Hıristiyanlık) olarak kabul edilir.

•Museviler, Batı ülkelerinde çok nüfuzlu…

•Bizim müminler, Batılı dindarlardan daha katı; buna karşılık, Batılı lâiklerin dinle ilişkisi, bizim lâiklere göre daha yoğun.

Sonuç: her üç neden birlikte düşünüldüğünde, Batılı gözünde terörist devlet, “kendini savunan devlet” olarak algılanabiliyor; Gazze ablukası ise, korkulu bir rüyanın bastırılması…

Oysa Türkiye, İnsancıl Hukuk uygulaması ve ihlalinde “lâik bakış” sergileyebilseydi, İsrail ve Batı dünyası arasındaki “irrasyonel ittifakı” da teşhir edebilirdi…

Yoruma kapalı.