“ Adem-i merkeziyetçiliğe çapraz bakışlar... ”

- Devamı için tıklayınız -

Adem-i merkeziyetçilik (décentralisation), yerel veya yerinden yönetim kavramından daha geniş. Çünkü, merkezî örgütlenme dışında bölgesel ölçekteki örgütlenmeyi de kapsar.

Avrupa’da 20. yüzyıl siyasal örgütlenme modeli, kabuk değiştirmeye devam ediyor. Üç etken belirtilebilir: tabanın etkisi (dipten gelen dalga), AB’nin etkisi (yukarının katkısı) ve mevcut devlet yapısını 21. yüzyıl gereklerine uyarlama çabası.

Bizdeki arayışlar (da), bu genel eğilimin dışında düşünülemez. Geçen ay katılma fırsatı bulduğum iki toplantı, bu konunun bağrında yer alıyor. İlki, “Kürt sorununa yerelleşme sürecinde çözüm arayışı” idi (10 Aralık Hareketi, 9 Ekim, İstanbul). Diğeri ise, “Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı” (AYYÖŞ), “Güneydoğu Anadolu Belediyeler Birliği” (GABB), 22 Ekim, D.Bakır).

Her iki toplantı, birçok noktada buluşuyor: yerinden yönetim birimleri, kamu hizmetlerinin gerekleri, demokrasi ve özgürlükler bakımından yeniden yapılandırılmalı. Belediyeler dışında kalan köyler ve il özel idareleri, örgütlenme ve işlevsel bakımdan ne ölçüde yerinden yönetim birimleri olarak nitelenebilir? Belediyeler ise, nüfus ölçütüne dayalı olarak sadece belli sayıda yerleşim merkezinde mevcut. Bu bakımdan, belde yönetimleri, ülke bütününe yayılmalı. Bu, belki öncelikli sorun. Ama genel olarak, Türkiye, AYYÖŞ gereklerini karşılamaktan çok uzak. Şart’a uyum ve çekincelerin kaldırılması, Kürt sorununun çözümüne de katkıda bulunur…

Ama şu da açık: Türkiye’de “adem-i merkeziyet” hedefinde düşünülmesi gereken reform(lar), Kürt sorununu aşan bir kapsama sahip. Buna karşılık, Kürt sorunu da sadece bu bağlamda çözülemez…

“Avrupa’da Ademi Merkeziyetçilik Üzerine çapraz Bakışlar” başlıklı toplantı (Limoges, 18 Kasım) ise, konunun ulusal ve AB ölçeğinde görülmesi bakımından anlamlı. Merkezî konumdaki dört devlet incelendi: Almanya, Fransa, İspanya ve İtalya. Konu, üç boyutuyla ele alınıyor: her bir ülkenin Anayasası bakımından durum ne? AB’ye göre nasıl konumlanıyor? Birbirlerini nasıl görüyorlar? (çapraz bakışlar).

Fransa’da geçen hafta, alan toplulukları (collectivités territoriales) üzerine yeni bir reform yasası kabul edildi. Amaç, Bölge yönetimi ile komün yönetim birimlerinin şayisini azaltmak. Hedef, AB’ye uyum. Bölge sayisi 22; ama, 36000’i aşkın komün (bütün ülkeye yayılan belde yönetimi) sayısı, AB standartlarının çok üzerinde…Üniter devlet olarak Fransa, décentralisation’da, ekonomi ve demokrasiyi eksen alıyor: doğrudan demokrasi (halka danışma) ve katılımcı demokrasi (mahalle konseyleri) mekanizmaları öne çıkıyor.

Almanya’da 16 ülke (land), federal devleti meydana getiriyor. Yasama yetkisine sahip olan her land, ayni zamanda federal kanunları uygulayıcı konumda. Bu nedenle, işbirliğine dayanan bir federalizm geçerli. Polis örgütü ve eğitim sistemi, iki ana farklılaşma öğesi. 16 land emniyet örgütü ve federal polis örgütü var. Yine, 16 ayrı eğitim sistemi geçerli. Böyle bir yapılanmada, tarihsel nedenler etken.

İspanya, Franko rejiminden çıkışta, décentralisation’u demokrasi koşulu olarak görüyor: özerk topluluk temelinde 17 bölge yönetimi var. Ama bunlar, Anayasa’da ad ve sayım olarak belirlenmiş değil. Bazı bölgeler daha özerk. Bölgelere, merkezî hükümet tarafından tahsil edilen gelirlerden aktarma yapıldığı halde, Bask ve Navarra bölgelerinde tersi bir uygulama geçerli. Merkez ve bölgeler arasında ciddi bir eşgüdüm sorunu var. Bölgeciliğin nereye kadar gideceği ve nerede duracağı belirsiz. Bugünkü görünüm su: merkezî hükümet (ve devlet), AB ile bölge yönetimleri arasında eşgüdümcü konumda…

İtalya ise, üniter devlet ile bölgeli devlet arasında bocalayıp duruyor. Yasama yetkileri ile donatılan bölge yönetimleri, Fransa’nin ilerisinde, İspanya’nın ise gerisinde. 5’i özel statülü toplam 20 bölge var, ama merkeziyetçi eğilim oldukça belirgin. İtalyan bölgeciliğine, tam bir belirsizlik hakim…

Avrupa Birliği (AB) şemsiyesi, hepsi için önemli; Avrupa Konseyi AYYÖŞ gereklerine uyarlanmak da. Siyasal karar mekanizmaları yönünden farklılaşmaya hayli kapalı olan Fransa, uyumda en çok zorlanan devlet görünümünde. Fakat hepsi için ortak payda yok değil: farklı taleplere yanıt vermek, ülke bütününü bölgeselleştirmekten geçer… Bu süreçte, demokrasi ve özgürlükler öne çıkarılmış olsa da, eşitlik hayli sorunlu görünüyor.

Ya Türkiye? “Merkeziyetçi üniter devlet”, lâiklik ve eşit yurttaşlık temeline dayansa da, Sünnilik, lâikliği; Türklük vurgusu ise, eşit yurttaşlığı gölgeliyor, hatta zedeliyor. Her ikisi, katı merkeziyetçi yapıyı besliyor. Bu nedenle; merkeziyetçilik-ademi merkeziyetçilik tartışması, ancak yurttaşlık-lâiklik ekseninde ele alınabilir…

Yoruma kapalı.