“ HERKES, HER ZAMAN VE HER YERDE... ”

- Devamı için tıklayınız -

Son haftaya damgasını vuran olay: basımı yapılmamış, yayımlanmamış ve henüz bu aşamaya gelmeyen bir kitapla ilgili çalışmaları imha etmek… Üstelik, bununla ilgili gerçek veya sanal ortamda olası bilgi ve belgelerin resmî makamlara teslimini istemek.

Uygulama, “polis-savcı-yargıç” üçlü zincirinde kotarılıyor. Konu çok yönlü ve görünümlü. Ergenekon davasının dibe vurması şeklinde de değerlendirilebilir. Fakat burada daha çok İnsan hakları açısından anlamına ve siyasal bakış açısına değineceğim.

İnsan hakları: henüz ifade aşamasına ulaşmamış düşünme ve düşünce özgürlüğünün anayasal anlamı ne? Konuya genellikle, m. 26 ( düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti) ve m. 28 (basın hürriyeti) açısından bakılıyor. Oysa, Ahmet Şık tarafından kitaplaştırılacağı belirtilen “İmamın Ordusu” adlı çalışma, daha çok “Düşünce ve kanaat hürriyeti” (m.25) kapsamında yer alır: “Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse,… düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” Bu anayasal güvence, olağanüstü hal, sıkıyönetim, seferberlik ve savaş durumunda da geçerli (m.15).

Düşünce ve kanaate tanınan bu güvenceye, kişinin yaşama hakkı, maddî ve manevî varlığının bütünlüğü de dahil. Bunlara, şu ikisi de eklenmeli: “suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararıyla saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.”

Büyük insan hakları belgelerinin ortak paydasını oluşturan bu dokunulmazlık alanları, “insan haklarının sert çekirdeği” olarak adlandırılır. Öyle ki, bunlardan, “herkes, her zaman ve her yerde” yararlanır.

* * *

Henüz düşünce ve kanaat oluşturma aşamasında bulunan “İmamın Ordusu”ndan hareketle yapılan uygulamanın vahametini anlatmak için, kimi karşılaştırmalar yapan gazeteciler, 12 Eylül dönemindeki “kitap yakma” uygulamalarını örnek olarak gösterir. Acaba, karşılaştırma veya emsal bulma çabası ne kadar doğru veya gerçekçi?

Bu yazıyı yazarken gözüm, masamın sol yanında Süleyman Ege’nin “Kitabın Ateşle Dansı” başlıklı kitabı ile sağ yanında bir sürmanşete ilişiyor: “Gazeteciler, yasalara uygun hareket etmeli” (CB Gül, Zaman, 30.03). Başbakan ise, “bunlar durup dururken olan şeyler değil” sözleriyle CB’yi tamamlamış oluyor.

* * *

“Kitabın ateşle dansı”, 1980’li yılların askerî ve sıkıyönetim ortamında yakılan 133 bin 607 kitabın, yaklaşık on yıla yayılan “asker-sivil-yargı” sürecini anlatıyor. Bundan, haftaya söz edeceğim eğer bugünkü yazının konusunu oluşturan olaydan daha vahim “yeni bir olay”a tanık olmaz isek. Kaldı ki, özgürlük aşaması ve suçun niteliği bakımından her ikisi farklı:

“Kitabın Ateşle Dansı”: Yakılan, basılmış ve yayımlanmış kitaplar, yani ifade ve basın-yayın özgürlüğü. Hukuken hiçbir açıklaması olamaz. Siyaseten: “bilim ve sosyalizm yayınları” kitaplarını imha eden 12 Eylül askeri yönetiminin ana hedefi, Türkiye solu ve sosyalistlerini öğütmekti. Dinsel referanslı Evren nutukları, bu tabloyu tamamlıyordu.

“İmamın Ordusu”: ortada kitap yok. Bu bakımdan, bir ilk.

Her iki olay, hukuken farklı düzlemde. Karşılaştırmak için daha çok siyasal malzemeler var. Şöyle ki: 12 Eylül döneminde, Ordu ve Devlet’in başı sıfatıyla “dinsel resmî söylem”de bulunan Evren, bir bakıma, kendini “imam” yerine de koyabiliyordu. Güncel uygulamada ise, bir İmamın, askeri olmayan, ama resmî kişilerden “sivil bir ordu” yaratmış olması gündemde. Bu nedenle, her iki olay arasında, tersi yönden yani roller değişmesi bakımından paralellik ve benzerlikler var.

Artılar var: güncel olaya, başbakan ve Devlet Başkanı, açık ve örtülü destek veriyor. Başbakan, “bırakın kararı yargı versin” dediği günlerde, idarî yargıya veryansın edebiliyor: “Galataport’a ve Haydarpaşa dönüşüm projesi”ne engel oldular… CB ise, gazeteciyi yasaya saygıya çağırdıktan sonra, iki kaygısını dile getiriyor. Dışa dönük olanı: ülke imajının zedelenmesi. İçe dönük olanı: kitabın daha çok satacak olması.

“Özgürlüğü kökünden kurutma” girişiminin vahameti, en üst iki yetkiliyi pek ilgilendirmiyor. Oysa, “emniyet-savcı-yargıç” uygulaması, ifade özgürlüğüne giden yolda düşünce ve kanaat oluşturma aşamasına, – hukuk öncesi duruma-, sözüm ona “hukuk” adına müdahale anlamına geliyor.

Kitap çalışmasına ilişkin belge ve bilgileri elinde bulunduran herkesin, kim ve nerede olursa olsun getirip teslim etmesi, aksi halde terör örgütüne yardım ve yataklık suçunu işlemiş varsayılacağı “kararı”nın anlamı ise şu: “herkes için her zaman ve her yerde” geçerli olan “sert çekirdek güvencesi”, 2011 ortamında tamamen tersine çevrilmiş durumda: “hiç kimse, hiçbir yerde ve hiçbir zaman”.

Yoruma kapalı.