“ CENNETE GİTMEK İSTEMİYORUM ”

- Devamı için tıklayınız -

“CENNETE GİTMEK İSTEMİYORUM”

Son haftaların bizleri düşündürmesi, kaygılandırması ve üzerinde durulması gereken başlıca olayı nedir? Uludere katliamı, Devlet’in 2011 eşiğinde battığı “dibe vurduğu” yerdir. Ne var ki, bu olayı gündemden düşürmek için yeni gündemler yaratıldı. Görünen o ki, bu korkunç olay, giderek küllendirilecek…

Hükûmet üyeleri öylesine meşgul ki, onlar için bu türden olaylar belki de rutin işler. Sosyal oldukları biliniyor. Mesela, geçenlerde, THY Genel Müdürü’nün oğlunun nikâh töreninde tam 8 (sekiz) bakan tanık olarak yan yana oturuyordu… THY, bir ticarî kuruluş olsa da, neden sürekli hükûmet yanlısı bir tavır ve uygulama içerisinde olduğu, bakanların dizi resmiyle teyit edilmiyor mu? Mesela, uçakta ve hava meydanları salonlarında çoğunlukla hükümet yanlısı gazete bulundurulması, bunun bir göstergesi değil mi?

Millî Eğitim Bakanı, ihtiyacımız yok bahanesiyle gencecik 60 bin öğretmen adayına kapılarını kapatırken, Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB), bir çırpıda1000 mele kadrosu açıyor. Dahası, öğretmen sorunuyla ilgilenmeyen MEB, zorunlu öğretim sistemini, 4+4+4 şeklinde değiştirme çalışmalarına girişiyor. Böylece, 4. sınıftan itibaren öğrenciler, meslekî öğrenime yönlendirilebilecek. Hangi nitelik için?

MEB, bunlarla da yetinmiyor: 19 Mayıs törenlerine el atıyor… Eleştiriler artınca, bu kez, Gençlik ve Spor Bakanı devreye gidip, her zamanki“maksadı ve haddi aşma” teranesini yineliyor; derken, hamiliği Çankaya üstleniveriyor. Ertesi gün Başbakan Yrd., “MEB yanlış anlaşılmaları giderecek”diyor. (Hep, yanlış anlaşılır zaten). Aynı yrd., birkaç gün önce, “dualarınızla geldik, top-tüfekle gönderemediler” demişti…

Bunlar tartışıladursun, DİB, öğrencileri, Umre seferberliğine hazırlıyor. Binlerce gencin Umre ziyareti, resmen “dinsel kuşatma” ve koşullandırma değilse ne? Üniversitede ise, ilahiyatçıları felsefe kürsülerine konuşlandırma harekâtı devam ediyor. Elden gelse, MEB ve DİB birleştirilecek: Millî Diyanet Bakanlığı ya da Dinsel Eğitim Bakanlığı.

Değinilen bu uygulamalar bile, yeni anayasa söylem ve eylemlerini sanal kılmaya yetmiyor mu? Nüfus cüzdanlarından din hanesinin neden silinmediğini sorgularken, zorunlu din derslerinin kaldırılmasını veya DİB’in lâiklikle bağdaşır bir yapıya kavuşturulmasını savunurken, neredeyse, yeni anayasa için,“hayır, biz mevcut olana razıyız, yeter ki daha beterini getirmeyin…” deme eşiğine geleceğiz.

Manzara özeti: devlet, toplu olarak insanları öldürüyor, yine aynı şekilde sorgusuz sualsiz hapse atıyor, onları orada ölesiye tutabiliyor. Fakat,“özgür” kalanları, sistematik bir biçimde ölümden sonraya hazırlama gayretkeşliği içerisinde…

Olup bitenleri açıklamak için, en anlamlı söz, Tahranlı meslektaş Prof. A.A-A ‘ya ait: “bırakın, ben cennete gitmek istemiyorum”.

Beheshti Üniversitesi UNESCO İnsan Hakları, Barış ve Demokrasi kürsüsü önceki müdürü, ülkesini çok zor koşullarda terk etmek zorunda kalan A.A-A’nın başlıca “suçu”, adalet reformu teklifinde bulunmak…

Burada, konumuzu ilgilendiren, meslektaşın, İran’daki dinsel baskıyı özetleyen özlü sözü. Bu söz, lâikliğin tanımı olarak da görülebilir. Mütedeyyin kişi ve grupların, inanç ve ibadetlerinde serbest oldukları sürece, başkaları üzerinde baskı kurması, din özgürlüğünün ve lâiklik ilkesinin ihlalidir.

Türkiye’de 2012 eşiğinde tanık olunan, tam da bu noktada düğümleniyor. Cennete gitmek isteyenler, inançlarında samimi iseler, farklı inanç sahiplerini bu yola zorlamamalı. Aslında, sadece kendi inançlarına saygılı olmaları yeterli. Aksi halde, dinsel inanç, iktidarı pekiştirme aracı haline gelir. Bu nedenle AKP, gerçekten demokrat ve insan haklarına saygılı bir parti ve iktidar olmak istiyorsa, yurttaşların “cennete gitmek istememe” yönündeki özgürlüklerine saygı duymalı…

Ne yaşam, ne de adalet: H. Dink kararı, bu konunun özüne uygun. Yaşamını kaybetmesi, ne Türk ne de Müslüman olmasından. Adaletin tecelli ettirilmemesi de aynı nedenden değil mi? Katledilmesinde, yasama-yargı ve yürütme üçlüsünün düzenleme-karar ve uygulamaları, belirleyici oldu. İçinde devlet olduğu için belki de, “örgüt yok”dendi ve adalet tecelli etmedi…

“3. Yargı paketi”: Adalet Bakanı tarafından dün sabah açıklanan paket, dava dosyalarını azaltmakla ve ikincil konularla sınırlı olup, “kolektif düşünce suçu” yaratıcı uygulamaya çözüm getirmekten çok uzak…

“Başörtüsü de Ergenekon”da: bu yazı çatılırken Prof. Dr. Filiz Meriçli, yine özel yetkili ağır cezada savunmasını yapıyordu. ÇYDD’nin türbanlı kızlara neden burs vermediği, davanın özünü oluşturuyordu. Aynı duruşma salonunda, bu kez “örgüt yaratılma”ya çalışılıyor…

Yoruma kapalı.