“ “ ŞEYTAN ÜÇGENİ” Mİ, “TRUVA ATI” MI? ”

- Devamı için tıklayınız -

“ ŞEYTAN ÜÇGENİ” Mİ, “TRUVA ATI” MI?

Kişiye yönelik olanlar dışında, AKP döneminde başlıca dört Anayasa değişikliği yapıldı: 2004, 2007, 2008, 2010.

2004: DGM’leri kaldıran ve insan hakları alanında uluslararası sözleşmelere yasalara göre öncelik tanıyan düzenlemeler, olumlu karşılandı.

2007: CB’nin TBMM yerine halk tarafından seçilmesini öngören değişiklik ve tarzı, sürekli sorun yarattı ve bunlar devam ediyor…

2008: Üniversitelerde başörtüsü serbestliği öngören değişikliği, Anayasa Mahkemesi (AYM) iptal etti. (AYM, AKP’ye yaptırım uyguladı);

2010: …ama, AYM’nin kendisi değiştirildi. Buna, HSYK eklendi…

2011 yasama seçimlerinden sonra “yeni anayasa” yolunda somut adımlar atılmasına karşılık, yasal düzlemde hiçbir düzeltim yapılmaması, tam tersine, mevcutların daha da kötüleştirilmesi, “acaba” ile başlayan soruları giderek “haklı” kılmaya başladı: “yeni anayasa” söylemi, 2007, 2008 ve 2010 değişikliklerini pekiştirme veya tamamlama yolunda “perdeleme işlevi” mi görecekti?

1) Başkanlık rejimi yolunda atılan adım (2007), bu kez tamamlanabilirdi, ama bunu şimdiden tartışmaların merkezine yerleştirmeye gerek yoktu…

2) Başörtüsü, -AYM kararına rağmen herhangi bir düzenleme gereği duyulmadan- üniversitelerde fiilen serbest bırakıldığına göre, sıra orta ve ilköğretime, kamu görevlilerine gelmişti. Bu yöndeki olası “açılımlar”a uygun zemin yaratılırken, tepeden “dindar kuşak” indirmesi yapıldı…

3) AYM dönüştürüldükten sonra, HSYK yoluyla yargı şekillendirilmeye başlandı (Bkz. O. G. Ertekin, Yargı Meselesi Hallolundu! Yargıçların “eşekli demokrasi” ile imtihanı, Epos, 5. Baskı, 2011). Gerçekten, 26 md.lik 2010 anayasa değişikliğinde ana hedef, yargıyı, betimlenen anlamda“yürütmenin vesayeti” altına sokmaktı.

Bu süreçte, 2004’te kaldırılan DGM’ler yerine, yasa yoluyla devreye sokulan ve bir tür “yargının çevik gücü” haline gelen “özel yetkili”mahkemeler, özgürlükler karşıtı uygulamalarıyla, neredeyse Anayasayı askıya alıcı etkiye yol açtı…

Bu tablo, Türkiye’nin “gerçek anayasal süreci” üzerine somut ipuçları sağlamıyor mu?

1) “Seçilmişleri atanmışlara kul etmeyiz” (Başbakan): Başbakanın fiilî gücü, Başkanlık rejimindeki başkandan daha fazla. Eğer, sonraki yasama döneminde de bu görevini sürdürme konumunda olsa, rejim değişikliği istemesine de gerek kalmaz. Hükümet üyeleri ve parti kurmayları, sadece başkanlarının niyet ve sözlerinin yorumcusu ve savunucusu. “İktidar oldu, ama muktedir olamadı” nakaratını sürdüren kalemler ise, Parti ve iktidarını destekte kusursuz. Sanki, “demokratik fren ve denge mekanizmaları”, hiç duymadıkları bir kavram. Başbakanın sözleri, bu “denge ve denetim” yollarını dışlayıcı. Seçilmişler, kendilerini değil sadece, kendi atadıklarını da hukukun üstünde görüyor. Bu yaklaşım ile Devlet Denetleme Kurulu (DDK) Raporunda saptananlar arasında örtüşme var. İstihbarat birimleri için, -H. Dink cinayetin parçası oldukları bilindiği halde-, soruşturma izni verilmedi. CB’nin DDK’yı çok geç harekete geçirmesi ise, Yürütme’nin en üst üst sorumlusu arasında irade ayrışması olmadığını ortaya koyuyor…

2) “Sayısal çoğunluğu sürekli kılmak”: Anayasa Mahkemesi’nin iptal ettiği Anayasa değişikliği adeta unutuldu; zira, dinsel zeminde önemli mevziler kazanıldı. Nüfus artışı, sürekli şırınga edilirken; bugünkü ve gelecek kuşakların beden ve ruhları, devlet yoluyla inşa edilmeye başlandı bile… Mağrip’ten Maşrık’a uzanan ABD güdümlü “devrimler” de, Türkiye’deki dinsel hareketlere ivme kazandırdı. “Lâik-demokratik deneyimi” ile bölge ülkelerini esinlemesi beklenirken, tam tersine “İslâm rüzgârı”, “Müslümanların kardeşi” olarak kendisinde “örtülü devrim” vesilesi yarattı. “Çoğulculuk zemini”giderek aşındıran, “iktidarlar”, “muktedir” olma yolunda…

3) Anayasa süreci, “Truva atı” mı? Kısacası, yapılan son üç değişiklik, -yeni anayasa yolunda- bir tür sacayağı olarak kullanıldı. 2004 ise, sonrakileri uygulamaya koyma aracı olarak görüldü; tıpkı, 2008, “kol kırılır, yen içinde kalır” misali, -üniversitelerde türban sorununu geride kaldığı halde-“dinselleştirme harekâtı” kaldıracı olarak kullanıldığı gibi…

Sonuç olarak; eğer amaç önceki değişiklikleri kalıcı hale getirmek ise, yeni anayasa süreci, “Truva atı”na da benzetilebilir: “yeni anayasa yolunda” yürürlükteki Anayasa’ya bile aykırı yasaların düzeltilmesi bir yana, aykırılıkları derinleştirici yeni düzenlemelerde kararlılık yanısıra, başta gazeteciler gelmek üzere “fikri muhalefet”i günbegün sindirme hareketi, “şeytan-at” ikilisine dikkat çekmeyi görev haline getiriyor.

Yoruma kapalı.