“ İKTİDAR VE ÖZGÜRLÜK: GİDEREK DERİNLEŞEN AYRIŞMA… ”

- Devamı için tıklayınız -

İKTİDAR VE ÖZGÜRLÜK: GİDEREK DERİNLEŞEN AYRIŞMA…

Bu haftanın anlamı, sadece “1 Mayıs”ın simgelediği “İşçi Bayramı” değil, yeni anayasa için belirlenen sürecin ilk aşamasının tamamlanması aynı zamanda. Böyle bir haftayı, Türkiye, yine yoğun bir gündemle karşıladı. Bunlar içerisinde, sadece üçüne değineceğim: Anayasa Mahkemesi (AYM) işlevi, “anayasal bilgilenme hakkı” ve “sanatsal yaratma özgürlüğü”.

AYM: “çelme takma yeri”

AYM Başkanı H. Kılıç, 50. Kuruluş yılı töreninde; “Anayasa mahkemeleri,… milletin iradesini temsil edenlere çelme takma yeri olarak da kullanılamaz.” demiş. Keşke çoğul kullanmasaydı; çünkü, norm koyma faaliyetinin bir parçası olduğu için, kurucu baba H. Kelsen’den bu yana AYM’ler için, “eş-yasayıcı” (co-législateur), “ön-yasayıcı” (législatif préventif), “olumsuz yasayıcı” (législateur négatif) nitelemeleri yapılır. Bu nedenle, eğer Meclis, milli iradeyi temsil yeri ise, AYM, böyle bir iradenin dışında değil. AYM, anayasaya, hukukun genel ilkelerine, insan haklarına aykırı yasaları kısmen veya tamamen iptal ederek, yasama organında çoğunluğa sahip parti veya partilere “dur” der. Bu bakımdan, AYM, anayasal sistem içerisinde, temsilî demokraside iktidarı sınırlayan en güçlü ve başlıca kurum. Bunun adı, Başkan’ın kullandığı dile göre, “çelme takmak”. Mesela, Fransa Anayasa Konseyi, soykırımı inkârı cezalandıran yasayı iptal ederek, Meclis ve Senato’ya çelme takmış oldu. Bu nedenle, Sn. Başkan, genelleme yerine, “Başkanlığını yaptığım Mahkeme, TBMM’ye çelme takma yeri değil.” deseydi, amacını daha doğrudan yansıtmış olurdu (bkz. BirGün, 26 nisan).

“Anayasal bilgilenme hakkı”,

Anayasa üzerine görüş iletmek ve açıklamak, çeşitli biçimlerde sınırlandı. Yeni anayasa hedefi ile taban tabana tezat oluşturan bu uygulama, haklı olarak sıkça eleştirildi. Anayasa, demokratik rejimi temellendirmek ve insan haklarını ilerletmek için yenilendiğine, düşünce özgürlüğü ise, her iki amaç için temel ve vazgeçilmez olduğuna göre, anayasa üzerine görüş belirtmenin sakıncalı olduğu bir “iklim”, bizi yeni anayasaya götüremezdi.

Ne var ki, konuya ilişkin fikir ve görüşün öncülü olan anayasal bilgilenme hakkı bile sınırlama dışında kalamadı. Kendilerinden bilgilenme hakkı esirgenen gençlik, yeni anayasanın uygulanacağı kuşak. Üstelik bunlar, geleceğin yargıcı, savcısı ve avukatı olacak kişiler; yani, mutasavver anayasanın ayrıcalıklı muhatapları. Kimlerin bilgisinden yoksun kaldılar? Anayasa yapıcıları ve uzmanlarının. Hangi ortamda? Üniversite mekânında. Gerekçe ne? Güvenlik ve öğrencilerin olası taşkınlığı.

“Akdeniz Havzasında anayasal süreçler” çalıştayı, on ülkeden anayasa uzman ve yapıcılarının katılımıyla çok yararlı ve yeni ufuklar açan verimli bir toplantı oldu. Ama keşke, yüzlerce öğrenci gelmek istediği halde, güzelim salonun koltukları boş bırakılmamış olsaydı…

“Sanatsal yaratma özgürlüğü” ve iktidar…

Düşünce ve ifade özgürlüğü, -eleştiriden hoşlanmayan- iktidarları rahatsız eder. Hele çoğulcu demokrasinin yerleşmediği toplumlarda iktidarlar, toplumsal ve siyasal sorunların tartışılmasından rahatsız olur. Sanatsal ifade, basın özgürlüğünden farklı olsa da, özünde eleştirel nitelik taşır.

Bizde ise, soruna artı öğeler eklenmekte: Genel olarak “özerk örgütlenme ve yapılar”dan duyulan rahatsızlık ve sanat dünyası ile siyasal iktidarı elinde tutanlar arasında, “lâiklik ekseni”nde görünür bir ayrışma.

Sanatsal etkinlikleri “özerk yapı”lara kavuşturma gereğinin tam tersine, bürokratların gözetim ve güdümüne sokma girişimi, sanatçı çevrelerinde tepki yarattı. Bunun üzerine, sanatsal etkinlikleri “özelleştirme” tehdidi, “damoklesin kılıcı” olarak gündeme getirildi.

Özelleştirme iradesi dillendirilirken anayasal gereklilikler unutuldu: bilim ve sanat özgürlüğünü güvenceleyen md. 27 ve özelleştirme öngören md. 47: “Devletin, kamu iktisadî teşebbüslerin ve diğer kamu tüzelkişiliklerin mülkiyetinde bulunan işletme ve varlıklar”.

Anayasal güvence altında bulunan sanat özgürlüğü alanındaki kazanımlar, iktisadî faaliyetler için öngörülen özelleştirmenin konusu edilerek -Devlet’e, “sanatı ve sanatçıyı koruma yükümlülüğü” veren bir anayasal düzende (md.64)- geriye götürülemez. Bu arada, Türkiye’nin taraf olduğu ve sanat özgürlüğünü açıkça düzenleyen uluslararası belgeler de göz ardı edilemez.

Özet: AYM, hak ve özgürlükleri koruma işlevini bir yana bırakıp “iktidarı kollama” misyonunu üstleniyor; üniversitede “güvenlik”, bilim ve araştırma özgürlüğünün önüne geçebiliyor; Hükümet ise, kendini hak ve özgürlüklerin üstünde görüyor… Bu “iklim”de görevini sürdüren TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun, Cervantes’in Don Quijote’u konumuna düşmemesi dileğiyle…

Yoruma kapalı.