TCK 301 ve götürdükleri

TCK 301 ve götürdükleri

“Hiçbir düşünce ve mülâhazanın Türk milli menfaatlerinin, Türk varlığının (…), Türklüğün tarihî ve manevî değerlerinin, (…) karşısında korunma göremeyeceği” (1982 Anayasası, Başlangıç) kaydı, 2001 Değişikliğinde yumuşatıldı: “düşünce ve mülâhaza” yerine, “eylem” önerildi. Böylece, düşünce özgürlüğünü “Türk ve Türklük” kalıplarına indirgeyen, evrenselci ve bilimsel düşünce tarzını dışlayan düzenlemenin genel ve mutlak etkisi, artık “eylem” çerçevesine alınacaktı. “Eylem” sözcüğü kabul görmediği için, oylama aşamasında, “eylem”e oranla sınırlamaya daha çok olanak tanıyan, fakat “düşünce ve mülâhaza” derecesinde kapsayıcı ve mutlak olmayan bir “orta” kavram getirildi: “faaliyet”.

Anayasa’nın etik temelini oluşturmakla kalmayıp, hukuken bağlayıcı bir metin olarak Başlangıç kısmı, böylece Anayasa’nın kapalı olduğu alanı da daha baştan belirlemiş oldu. Söz konusu tanımla, düşünce özgürlüğü, tekdüze bir örgü ağına hapsedilmekle kalmayıp, Cumhuriyetsin temellerinin dayandığı ulus-devlet anlayışına da fatiha okunmuş oluyordu. 2001 değişikliği, örgüyü “düşünce”den “faaliyet’e geçirmekle, düşünce özgürlüğü kısmen rahatlamış oluyordu.

Yeni TCK ise, “kişi hak ve özgürlüklerini, kamu düzeni ve güvenliğini, hukuk devletini, kamu sağlığını ve çevreyi, toplumun barışını korumak, suç işlenmesini önlemek” amacıyla hazırlanmış. Fakat 300 madde sonra, bu amaçla ne derece örtüştüğü pek tartışmalı olan “Türklüğü, Cumhuriyeti, Devletin kurum ve organlarını aşağılama” başlıklı bir suç oluşturuldu.

“Aşağılama” kavramına dayandırılan suç, gerçi “eleştiri” kavramı ile dengelenmeye çalışılmış: “Eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz”.

Burada dikkat çeken noktalardan ilki, aşağılanması hapis yaptırımına bağlanan değerin madde gerekçesi ile tanımlanma şekli: “Türklük deyiminden maksat, dünyanın neresinde yaşarsa yaşasınlar Türklere has müşterek kültürün ortaya çıkardığı ortak varlık anlaşılır. Bu varlık Türk milleti kavramından geniştir ve Türkiye dışında yaşayan aynı kültürün iştirakçileri olan toplumları da kapsar”.

İkincisi, adı geçen maddenin koruduğu toplumsal kategori ve Anayasal kurumlar bakımından açıkça ayrımcılık yapmış olması. Çin’den Moldavya’ya kadar, bütün Türk’leri korurken, Türkiye’de farklı soya mensup topluluklar koruma alanı dışında tutulmakta. Örneğin, ülke içinde cami, kilise karşısında korunurken; dışarıda, Türk addolunan Gagavuz Kilisesi, bu kez Moldav Kilisesi karşısında koruma görecektir. Suçun “yabancı bir ülkede bir Türk vatandaşı tarafından işlenmesi halinde” verilecek ceza artırılacağına göre, Gagavuz’lara karşı suçun, Moldavya’da veya Türkiye’de işlenmesi halinde, hangisi “yabancı ülke” sayılacaktır? Görüldüğü gibi madde 301, Dünya Ceza Hukuku öğretisinde “ciddi” tartışmaları gündeme getirebilir. Kurumlar yönünden, örneğin sağlık kuruluşları “dökülüyor” şeklindeki eleştiri serbest; ama, benzer eleştiri emniyet teşkilatı için yapılamayacağından, eşitsizlik emniyet lehine görünse de, kaybeden, eleştiri dışında bırakılan kurum olacak.

Üçüncü nokta, uygulamada eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamalarının cezalandırılmış olması. Hatta, sorun bununla da sınırlı kalmadı; “sokak-yargı-hükümet” ekseninde özgül boyutlar kazandı. Yargı, sokak ve siyaset kıskacına sokulurken; düşüncenin bastırılması ile birlikte, kaba gücün yükselişi, “meşrulaştırıl-mış” oldu. Uygulama tarzı, madde 301’in adeta Anayasa’nın 2001’de değiştirilen Başlangıç paragrafının ilk şeklinin yasal temeli anlayışıyla yazıldığını gösteriyor.

Anayasal açıdan; TCK madde 301, eşitlik ilkesinden (m. 10), ifade özgürlüğüne (m. 26); “demokratik toplum”, “hakkın özü”, “ölçülülük” ve “lâik Cumhuriyet” gibi güvence ölçütlerinden (m. 13), suç ve cezaların yasallığı (m. 38) ilkesine kadar, birçok maddeye açıkça aykırı. Kuşkulu olan, bu düşünce suçunun, “Türklüğü” ne derece korumuş olduğudur. Ancak, Türkiye Cumhuri-yeti’nin saygınlığını zedelediği ise açıktır.

Yoruma kapalı.