“ALLAH’IN EMRİ”… “İNSAN’IN HAKLARI”…

“ALLAH’IN EMRİ”… “İNSAN’IN HAKLARI”…

“Dinin emri ve özgür düşünce” (30 Mayıs) ve “Örtülü Paket ve Önleyici Gözaltı” (10 Ekim), konuyla ilgili yeni yazılarımdan. Aradan geçen ay ve haftalarda tanık olunanlar, gözlemlerimi ne yazık ki pekiştiriyor. Söylenen ve yapılanların ortak paydası: Dinsel gerekler, hukukî düzenlemelerin nedeni.

İnsan hakları dili ve kavramları

İnsan hakları kavramları, 4+4+4 ile altüst edildi; Anayasa Mahkemesi (AYM) ise, yasanın mealini yazarken, kendince tanımlar yaptı. “367 rezaleti” şeklinde AYM’yi topa tutanlar, “dört dörtlük rezalet”ten hoşnut mu yoksa?

İçki kısıtlama ve sınırlamaları, yanlış olarak “düzenleme” şeklinde sunuldu. Buna karşılık, düzenleme gerektiren başörtüsü, tamamen serbest bırakıldı. Önce, “türbana özgürlük” şeklinde lanse edildi; sonra, “Allah’ın emri” dillendirmesi yapıldı. Oysa, insan hakları dili, doğal halde olma ile örtme arasında ayrım yapılmamasını gerekli kılar. Emir ve üstelik ilâhî nitelikte olanla, insan haklarının bağdaşmadığını belirtmeye gerek var mı?

Hukukî düzenleme ve din

Değinilen ve benzeri düzenlemeler, dinsel temele, -daha doğrusu belli bir mezhebe mensup olanların yorumlama tarzına- dayandığı için, Anayasa’ya açıkça aykırı. Sadece birkaçı:

– Md.2: “insan haklarına saygılı laik ve demokratik hukuk devleti”

– Md. 11: “Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı”

– Md. 10: “Kanun önünde eşitlik”

– Md.24/son: “Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma…amacıyla…dini…kötüye kullanamaz.”

Bu yasak, aynı zamanda lâikliğin tanımı olup, hukuk kurallarının konmasına ilişkin. Bu nedenle, Cemevi konusunda Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan görüş isteminden, Başkanlığın ikide bir fetva vermesine uzanan dinsel referanslar zinciri, başta değişmezler olmak üzere, Anayasa’nın birçok maddesine aykırı.

Ne eşitlik, ne de özgürlük!

Başörtüsü örneği, insan hakları yönünden geleceğe yönelik tehlikeleri açıkça yansıtıyor. Tehlike, eşitlik ve özgürlük ikileminde ortaya çıkıyor.

Üniversitelerde -hizmet alan gerekçesiyle- başörtüsü serbest bırakılırken, -hizmet veren- kamu görevlilerinin durumu veya ilk ve ortaöğretim öğrencileri için, “hayır böyle bir gündemimiz yok” deniyordu.

Başörtüsü serbest kalırken düzenleme yapılmadığı için, örtülü ve açık öğrenciler arasında eşitsizlik yaratıldı. Meselâ, sınav güvenliği açısından kulakları örtülü bir öğrenciye müdahale edilemiyor. Yine, inancı gereği tümüyle örtünen bir öğrencinin kimlik kontrolü bile yapılamayabilir.

Bu konuda hukukî düzenleme gereği varken, hizmet verenlere örtü serbestliği de ayrımcı bir yaklaşımla tanındı: başörtüsü konusunda herhangi bir düzenleme yapılmazken, başı açıklar için yasaklayıcı kurallara dokunulmadı.

Bu tek yanlı özgürlük ve eşitsizlik, geleceğe yönelik olarak başı açıklar üzerinde olumsuz etkiler yaratacak: Kamu görevine alınmada ve kamu görevinde yükselmede, “Allah’ın emri”!ne itaat etmeyen kadınlar aleyhine uygulamalar yaygınlaşacak. Açıklar üzerinde baskı, çoktan başladı bile. Başörtüsü için “Allah’ın emri” diyen erkekler, kendileri ile eşit kabul etmedikleri kadınların özgürlük ve haysiyetini nasıl savunur?

Eğer başörtüsü gerçekten özgürlük olarak algılansaydı, diğer haklar gibi o da düzenlemeye tabi tutulur ve örtmeyenlerin özgürlüğü de güvence altına alınırdı.

Özel yaşamın gizliliği ve konut dokunulmazlığı (Any., md.20-21) yok sayılarak öğrenci evlerine müdahale iradesi, evlere polis baskınlarının fitilini ateşleyebilir. “Gezi” ile kamusal ve üniversiter yaşamı karartılmaya çalışılan gençliğe özel yaşam da çok görülüyor…

Türkiye İran olur mu?

Antikapitalist Müslümanların öncüsü İhsan Eliaçık, TÜDAY’ın 19 Ekimde Köln’de düzenlediği “Taksim- ve sonrası” panelinde, “Herkesin başı örtülür mü? Türkiye İran olur mu?” şeklindeki sorulara verdiği yanıtın özeti: “Neden olmasın?” Görünen, İran toplumu ve yöneticilerinin Şiîlik girdabından sıyrılıp, insan haklarına ulaşma çabasına karşılık, Türkiye yöneticileri, toplumu giderek insan haklarından uzaklaştırıp Sünnîlik cenderesine sokma gayreti içerisinde olmaları…

Anayasa: çift koldan ihlal

Demokratik toplumsal muhalefeti bastırmak için –anayasal güvenceleri yok sayarak- “Gezi avı” sürerken, “mufazakâr demokrasi” adına, -belli bir mezhebi yine belli kişilerin yorum tarzı gereği- özel yaşam alanı yok ediliyor; yine Anayasa yok sayılarak. Cumhuriyet kazanımlarına karşıtlıkları biliniyor; ancak, birinin Çankaya’da sessizce, diğerinin bütün ülkede açıkça söyledikleri ve yaptıkları, “laiklik, demokrasi ve insan hakları” nı “kazana atılan kurbağa” şeklinde algıladıklarını göstermiyor mu?

Yoruma kapalı.