“ ANAYASA: NE ANKARA’DA, NE DE ARTVİN’DE… ”

- Devamı için tıklayınız -

Anayasal ve siyasal sorunların yeniden zirve yaptığı bir ortamda İstanbul’dan uzaklaşmanın anlamı ne? Uçuş tercihi Münih yerine Batum olunca, Almanya’da uluslararası hukukun anayasalara etkisini tartışmak yerine, Artvin’de anayasa ihlâllerine bir kez daha tanıklık etmiş oldum.

Ankara ise, Almanya ve Artvin arasında kırılma hattı: hukukunu uluslararası normlara uyumlu kılmak bir yana, yürürlükte olanı bile uygulamamak için direniyor. Bu nedenle, anayasacılar kongresinde, uluslararası kuralları içselleştirmemek ve ulusal mekânda uygulamamak için nasıl direndiğimizi anlatmaktan sıyırmış oldum…

Ankara’da seçimden sonra yasama çalışmalarını boykotla bağlantılı sıkıntıda ise, “hukuk yoluyla demokrasi” kavramına yabancılık belirleyici: 1) Aday olma özgürlüğü -önseçim yokluğu nedeniyle- sınırlı; 2) ama bu koşullarda bile, seçilmek için yeterli oyun, -% 10 baraj nedeniyle- TBMM’nin yolunu açmadığı “demokrasi özürlü” bir sisteme; 3) eklenen üçüncü zincir, hukuk-yargı kıskacı.

Ankara yollarındaki dikenler ağı, hukuku yapan (seçilmişler) ve uygulayan (yargı mensupları) işbirliğiyle örülmüş durumda. Yasaları Anayasa’ya ve her ikisini uluslararası kurallara uygun düzenlememe ve yorumlamama üzerine, yapanla uygulayan kesimler arasında örtülü bir dayanışma yok değil.

Ya Artvin? Orada Anayasa ne gezer? Yok zaten. Eğer olsaydı, çevre ve doğayı yıkıcı çalışmalar ivme kazanmazdı.

Bunda Ankara’nın payı ne? Düğmeye oradaki bürokratlar basıyor, TBMM’ye seçim yoluyla gelen siyasilerin emirleriyle. Kararların alınması ve uygulamaya konmasında, doğaya karşı amansız bir mücadele yürüten müteahhitler etkili görünüyor.

HES’ler, kuşkusuz Anadolu derelerini boğmak için icat edilmedi. Ne var ki, Türkiye’nin her yanında, daha çok Doğu Karadeniz ve özellikle Artvin’de HES’ler, adeta “doğa canavarı”na dönüştürülmüş…

Bölgede görev yapan kadastro uzmanları hüzünlü:

-Bitki örtüsü ve engebeli coğrafi yapının bu denli yoğun olduğu bir başka bölge yok; baraj ve HES’ler, bölgenin coğrafi yapısını ve iklimini tamamen değiştirecek; heyelan ve doğal afetler yaygınlaşacak; on yıl sonra, bugünkü Artvin artık olmayacak…

Demokratik kitle örgütleri ortak platformunca düzenlenen “Dostlar Buluşması”, 12 Eylül acıları üzerinde yoğunlaşsa da, Anayasa ile güncel sorunlar arasındaki bağlantı canlı. Erzurum hapishanesinde işkence görenlerin tanıklığı, siyasal zorlama yoluyla Hopa-Erzurum arasında kurulan güncel köprüyü belleklerde bir kez daha canlandırıyor. 12 Eylül’de Anayasa yoktu? Şimdiki ise, askıda…

İki ay önce Kars’ta yine Anayasa konuşurken “Anayasadışı” eyleme tanıklık etmiştim. “İnsanlık Anıtı”, makinaların gürültüsü ve “tekbir sesleri” eşliğinde tepede yıkılırken, düzlükte delik-deşik kent sokaklarını çöpler bile örtemiyordu. Yüzbinler, kent düzeni için değil, sanata balyoz için harcanıyordu…

Artvin ve Kars’ın (Ardahan gibi), ortak bir geçmişi vardı: Doksan üç harbinden sonra Kurtuluş’a kadar Rus işgali. Bu özgül coğrafi konum, “demir perde”ye de tanıklık anlamına da geliyordu. Büyük ideolojik bölünmenin gölgesinde, “12 Eylül balyozu”, en ağır biçimde bölgeye indi.

İnsan acıları dinmeden, bu kez, doğasına kıyılmaya başlandı, gelecek kuşakların yaşam ortamını tehdit boyutunda. 12 Eylül’de, asker ve askerî kurumlar öne sürülmüştü; şimdi ise, kolluk güçleri, sermaye çevrelerinin Çevre Kanunu’na aykırı eylemlerinin bekçiliğine yönlendirilmiş durumda.

12 Eylül yönetimi, Erzurum üzerinden de kullanıyordu balyozu; günümüz yöneticileri ise, HES’ler için, Ankara’daki bürokratlarla yetinmiyor. Seçilmişlerin koruma görevlileri, önce Hopa Emniyeti’ni devreden çıkardı. Sonra da, Hopa Savcılığını Erzurum’un emrine soktu…

Doğal yaşam ve çevre lehine kararlar veren Rize İdare yargıçları, son kararname ile başka ilere savruldu. Öte yandan, HES bağlantılı davaların, özel yetkili Erzurum Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmeye başlanması, hiç hayra alamet değil…

Güvenlik sorunlarında, yerel kolluk ve mahkemelerin dışlanması gibi, merkez bürokratları (DSİ gibi) da, mülkî idare amirlerini dışlıyor. Doğa ve çevrenin korunmasında yerel yönetimler zaten devre dışı. Bölge insanı, yurttaş değil sürü muamelesi görüyor. “Genel irade” ezbercileri için, şu soru, ne denli çarpıcı: “Kimsenin anlamadığı anayasa değişikliği oylandı; yaşamsal konu olan HES’ler neden oylanmıyor?”

Sonuç; eğer Ankara’da Anayasa olsaydı, Artvin’de de olurdu. Yine eğer, Ankara ve Erzurum benzeri uzantıları, uluslararası kurallara perde oluşturmasaydı, Türkiye, Anayasal bakımdan sözde değil, özde hukuk devleti olacaktı… Soru: Askeriyeden sivile 30 yılda değişen ne? Sadece, doğa kıyımında “ilerleme” ile sınırlı değil!

Yoruma kapalı.