“ 'Anayasal barış' mümkün mü? ”

- Devamı için tıklayınız -

2007’nin bir “anayasal bilanço” yılı olması beklenirdi; tam tersine, “anayasa savaşları” yaşandı. Bilanço yılı; çünkü 25. yılında ’82’den neyin kaldığı üzerine serinkanlı bir değerlendirme yapılmalıydı; uygulama/geçirdiği değişiklikler ve aradan geçen zaman göz önüne alınarak. Bu mümkün olmadı; çünkü “ortak anayasa platformu” oluşturma girişimi bir yana, çatışmacı yaklaşım belirleyici oldu ve ülke, adı konmamış “anayasa savaşları”na sürüklendi.

Bunda AKP tetiklemesi, belirleyici bir rol oynamadı değil; ancak, tek sorumluyu AKP olarak görmek, seçmenlerin çoğunluğunun iradesini göz ardı etmek anlamına gelebilir: yüzde 53. Ne var ki, muhalif oyların çoğunluğunu temsil eden CHP ve MHP, anayasal arayış konusunda hazırlıksız yakalandığından, savunma refleksiyle yetindi.

Bu nedenle, bir partinin damgaladığı “sivil ve yeni anayasa” girişimi, siyasal arenada bir “muhalif hareket’i dengelenemediğinden, daha çok parlamento-dışı platformlar, böyle bir işlevi üstlenmeye yöneldi. 2000 ve 2001’de anayasa çalışması yaptıran TOBB ve TBB’nin öne çıkması anlaşılır bir durum. TOBB, paydaşları genişleterek ve aşamalı bir çalışma tarzıyla işe koyulduğu halde, TBB’nin tercihi, “eski metni yeni bir heyete değiştirtmek” oldu….

Öte yandan, DİSK, KESK, TMMOB, TÜR-MOB, TTB, TDB ve TEB gibi meslek ve kitle örgütlerinin paydaşı olduğu “Özgür ve Demokratik Bir Türkiye Yolunda Yeni Anayasa Girişimi” adına oluşturulan uzmanlar kurulu, Eylül 2007’den bu yana kapsamlı bir çalışma yürütüyor. Yanıtı aranan soru: “sosyal-kültürel-eşitlikçi” çağdaş bir anayasa, nasıl hazırlanmalı ve hangi temel ilkelere dayanmalıdır?

***

Eğer 25. yılında işe “anayasal bilanço” ile başlanmış olsaydı, geçirdiği değişikliklere rağmen ’82 metnini yenileme gereği, Türkiye toplumunun sorunlarını barışlandıracak bir anayasal belgenin temel ilkelerinin ortaya çıkarılmasıyla daha iyi anlatılabilirdi:

1-1982’nin mevcut çatışmaları çözmede yetersiz kaldığı noktalar ya da yarattığı yeni çatışma alanları nelerdir? Hangi öğeleri toplumun önünü tıkıyor?

2-Hazırlanacak temel belge, hangi “yeni ilkeler, kurumlar ve denge mekanizmaları” ekseninde yazılmalıdır ki, öncelikle, mevcut sorunları çözmeye elverişli bir metin ortaya çıksın; aynı zamanda toplumun ilerlemesi için itici güç olsun?

***

Gerçekten, bugünün, ama daha çok geleceğin metni olarak anayasanın, “özgürlük tekniği”n\ yansıtabilmesi, denge mekanizmaları oluşturabildiği ölçüde mümkün: “Özgürlükler düzeni”ne bütünsel ve dengeli yaklaşım (sivil toplum), bunları güvenceleyici yönde yapılandırılması gereken “devlet organları” içerisinde denge (siyasal toplum) ve “ülke”ri\n anayasal konumu açısından (çevre/doğa) yeni bir yaklaşım. Bir adım ilerisi, her üçü arasında denge sağlamak. Bu da ancak yeni kuralların ve kurumların tasarlanması ile mümkün; yoksa mevcut hükümler arasında kaydırmalar yaparak veya kazanım-ları geri alarak değil… İki örnekle yetinelim:

AKP’ye sunulan taslakta çevre hakkını kaldırmanın gerekçesi olarak, “Böylece, çağımızın büyük felaketi olarak görülen ve ülkemizi ciddi şekilde etkileyen küresel ısınmanın önlenmesi çabalarının hayati önem kazandığı bir dönemde, çevrenin etkili bir şekilde korunması yönünde Anayasa’ya Devlete yönelik direktif bir hüküm konulmuştur.”deniyor. Oysa böyle bir yükümlülük, çevre hakkına ilişkin md.de zaten vardı. Kaldı ki, devlete yüklenen ödev, hakkın kaldırılması ile değil, tam tersine onun varlığı güçlendirilebilirdi….

Öte yandan TBB, eski metinden anayasal yurttaşlık tanımını, merkeziyetçiliği dengelemeyi hedefleyen bölge yönetimine ilişkin düzenlemeyi, kültürel çeşitlilik referansını çıkarmış; buna karşılık, Askeri Yargıtay’ın yanı sıra 12 Mart muhtırası sonucu Anayasa’ya giren Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’ni metne eklemiş… Kırılma noktalarına çözüm mü, yoksa onların derinleştirilmesi mi? Bu ve benzeri sorular yönünden tartışma götüren yeni metin, en azından, “eski metne neden yeni bir heyetle müdahale edildi?” sorusunu da yanıtsız bırakmamış oluyor.

***

Evet, “anayasal barış” mümkün mü? Çok zor, ama imkânsız değil. AKP’nin, izleyegel-diği yöntem(sizlik)de özeleştiri yapması, bunun ilk adımını oluşturabilir. Demokratik süreç için inisiyatif almak, aslında hedefin de-mokratikliği ile doğru orantılı. Bu temenni ise, sosyal ve eşitlikçi bir anayasanın, bu hedefte bir siyasal hareketle desteklenmesi durumunda gerçekçi olabilir. 2008 için, en içten dilek bu olmamalı mı?

Yoruma kapalı.