BAŞKANLIK VE SİYASAL DÖNÜŞÜM (Cezayir ve Türkiye)

BAŞKANLIK VE SİYASAL DÖNÜŞÜM (Cezayir ve Türkiye)

Yüzölçümü olarak Afrika’nın en büyük ülkesi ve  Türkiye’nin üç misli; nüfusu ise, yarısından az. Fransa’dan sonra, Fransızca konuşulan ikinci büyük ülke. Nüfus Akdeniz kıyısında yoğunlaşmış; güneye indikçe arazi yapısı farklılaşıyor. Yayla ve platoların ötesinde büyük Afrika çölü; altında petrol ve doğal gaz var. Yabancıların gözü de buralarda; geçen hafta yaşanan rehine krizi ve askeri operasyonun yapıldığı İn Amenas burada.

Amerika, Avrupa, Japon ve Çin firma ve yatırımcıları önde. Türkler de var. Toplu konut inşaatları pek yaygın. Meslektaşlar, Oran Üniversitesi yerleşkesinin karşısındakini işaret ederek, “Türk firması” diyor. İnşaatlar, 2015’e kadar 2 milyon konut projesi hedefinde ivme kazanıyor…

Ama bir gün tükenecek…

İslami terörün azgınlaştığı, 1990’lar için “kara on yıl” nitelemesi yapılıyor. Cezayir’i çok yönlü olarak hırpalamış ve derin izler bırakmış. Başkan Buteflika  otoriter rejiminin tohumları da bu ortamda serpildi. Turizm azaldı, sanayileşme ivme kazanamadı, tarım canlandırılamadı. Sosyalist dönemden miras kalan sosyal güvenlik sistemi, başlıca övünç vesilesi. Ülkeyi petrol ve gaz geliri ayakta tutuyor. Dekan Yelles Chaouche’un deyişiyle, “bu da bir gün bitecek…”.

Siyasal dönüşüm: özlem ve nefret

Siyasal ve anayasal düzenin hâkimi, Başkan Buteflika. Parlamento, daha çok danışma organı niteliğinde. Beş yıllık görev süresini, son seçimde sınırsıza çevirmiş  2008 Anayasa değişikliği ile. Başbakan ve  “hükümet reisi” arasında gelgit yaşayan Bakanlar Kurulu başkanı, Devlet Başkanı’nın icra organı konumunda. Siyasal partiler de güdümlü. Bu nedenle, “siyasal dönüşüm” arayışının yakın gelecekte gerçekleşme olasılığı az… Sözün özü: Tek kişinin otoriter yönetimi, eğreti bir “siyasal istikrar” sağlamış olsa da, iktisadi kalkınma için yeterli olmadığı gibi,  demokratikleşmenin önünü de tıkamış bulunuyor.

Zıtlıklar mı, benzerlikler mi?

20 Ocak Pazar: “Güney Akdeniz’de anayasalaşma süreci” konferansının sacayağı, Mısır-Tunus ve Türkiye. Meslektaşların soruları ve tartışmalar ise, anayasa sorunsalının ötesine geçerek Mursi-Erdoğan veya bölgede Mısır ve Türkiye ilişkilerine kadar uzanıyor…(islam) Cezayir ve (laik)Türkiye karşılaştırmasında ortaya çıkan tablo şu: biri, tek kişi uhdesinde toplanan iktidar tekelini kırmaya çalışıyor; diğeri, tek kişi iktidarına doğru koşuyor. Biri, siyasal dönüşüm arayışında; diğeri ise, siyasal dönüşüm yollarını kapatma eğilimi ile karşı karşıya. Biri, tatili Cuma günü yapıyor, Pazarı çalışma günü; diğeri ise, kendisine siyasal iktidarın yolunu açan demokratik-lâik ekseni, “mütedeyyin toplum” oluşturmanın aracı olarak görüyor…

Avukatlara reva görülen…

Bunları Cezayir’de tartışırken, kişi özgürlüğü ve güvencesini, işkence ve kötü muamele yasağını sıfırlayan bir uygulama karşısında buluyorum kendimi İstanbul’a dönüşte. Bunu açıklamak için, şimdilik “Devlet terörü” dışında bir kavram bulamıyorum.

Birand: “Bağlayın şu müsteşarı…”

21 Ekim 2004, saat 17 bülteninde İnsan Hakları Danışma Kurulu (İHDK) tarafından hazırlanan “Kültürel Haklar ve Azınlık Hakları” raporunu konuşuyoruz Birand ile. Kendisine son dakika haberini iletiyorum: “Başbakanlıktaki odamıza da, anahtarı değiştirilerek el konuldu”.  Anında tepki vererek, “bağlayın bana şu müsteşarı” diye bağırdı. (Başbakanlık müsteşarı bulunamadı!!!). Ama öbür gün, tıpış tıpış açtılar kapıları… Eğer medya tepki göstermeseydi, kapalı kapılar ardında insan haklarını haklamaya devam edeceklerdi. Ne var ki, izleyen aylarda İHDK’yı askıya almakta tereddüt etmediler… (Telefona çıkamayan kişi, ilerleyen yıllarda üst makamlara kolaylıkla çıktı ve 4+4+4’ün mimarı oldu.)

Seni çok özleyeceğiz sevgili Birand. Nur içinde yat!

Yoruma kapalı.