“ 'Çoğul sol'dan 'çoğulcu sol'a ”

- Devamı için tıklayınız -

İki yılın birikimiyle yapılan 2 günlük beyin fırtınası, birbirini pekiştiren belirsizlikleri gidermeye yetebildi mi? AKP’nin ülke ölçeğinde yarattığı gerginlik ve ana muhalefet CHP’nin söylemindeki belirsizlik… Basına kapalı Koru Otel Toplantısı, kuşkusuz, sadece siyasetteki “3S” (“sosyal demokrat”, “sol”, “sosyalist sol”) bulanıklığının önünü açma çabası ile sınırlı değildi. Masaya yatırılan, solun veya demokrasinin değil, aslında Türkiye’nin geleceği idi. Kimlikler ve lâiklik-din özgürlüğü eksenine oturan iki boyutlu güncel kırılma göz ardı edilerek, geleceğe ışık tutulamazdı… Aynı günlerde Ankara, İstanbul ve İzmir’de yapılan “siyasal-anayasal” toplantılar da, arayış yelpazesinin genişliğini yansıtmıyor mu?

14-15 Ekim ‘te aynı yerdeki ilk toplantıda, sanki 2007 seçim sonuçları sezil-mişti. Sonra, 10 Aralık’taki geniş katılımlı İstanbul Dedeman Toplantısı’nda, “10 Aralık Hareketi” oluştu; şu sloganla: “solda yenilenme, kitleselleşme ve bütünleşme”. Politika Geliştirme Kurulu (PGK), hareketin fikrî boyutunu derinleştirecekti. Birçok kentte, kamuya açık, geniş katılımlı toplantılar da düzenlendi…

22 Temmuz seçimleri öncesi ve sonrasında bocalamalar, iç tartışma ve ayrışmalar olmadı değil. Özeleştiriler zaten eksik değildi. Yeni üyelerin katılımıyla 22-23 Eylül’de yapılan PGK toplantısı, hiçbir önyargı veya tabu kabul etmeksizin ülke sorunlarını tartıştı.

Türkiye’deki demokrasi eksiği, soldaki boşluktan kaynaklanmıyor mu? “Sivil anayasa” sloganına karşılık “Anayasa’ma do-kundurtmam” çapraz ateşinin yol açtığı kum fırtınası, bunun göstergesi değil mi? Örneğin; dilsel çoğulculuk yönünde açılıma direnen ittifak (CHP-MHP), tek başına iktidar tutkunu AKP’den çok mu farklı?

Türkiye Solu’nun başlangıç eşiği, demokrasinin ancak insan hakları üzerinde inşa edilebileceğidir. Hakların klasik kişi özgürlüklerinden ibaret olmadığı bilinci, eşiğin uzantısı. Sosyal ve kültürel hakların gerekliliği, başka türlü anlaşılamaz. Buna, hak ve özgürlüklerin ülkesel boyutunun keşfi de eklenebilir.

Siyasal örgütlenme olarak devletin konumuna gelince; solun yüzü devlete değil, topluma dönük olmalı. Ama bu, sosyal devletin fırsat eşitliği ereğinde düzenleme, örgütleme ve planlama, gerekirse edimde bulunma yükümlülüğünü de kapsar. Sosyalizmin çöküşünün ardından yaygınlaşan neoliberal söylemin, devlete eşitsizlikleri baştan giderme görevi yükleyen yeni bir felsefi açılım ışığında sorgulanması da gerekiyor.

Daha somut olarak, ülke sorunlarına çözüm arayışında birikim ve olanakların değerlendirilmesinde ideolojinin payı yadsınmıyor. Hatta bu hedefte, yol haritasını somutlaştırmak için, 10 Aralık Hareketi’nce hazırlanan “Tarihî Sorumluluk: Sosyal Demokraside Yenilenme” başlıklı taslak belgeye yeni açılımlar kazandırılmaya çalışılıyor.

Sistem nasıl inşa edilecek? “Sivil toplum” ve temel görevi ona hizmet olan “siyasal toplum” arasındaki ilişkiler, nasıl düzenlenecek? Bir yandan, çok boyutlu toplumsal dengesizlikleri azaltma ereğinde “hak ve özgürlükler dengesi”ni kurmak; öte yandan, saf tekil örgütlenmeye dayanan siyasal toplumu (merkezi) çevreye yaklaştırmak gerekiyor. “Sivil”in iradesini düzenli olarak “siya-sal”a yansıtıcı araçlar üzerinde düşünmek de sola düşüyor; demokratik toplumun kurucu öğelerinin (çoğulculuk, açıklık, hoşgörü), devletin demokratikleşmesini de besleyeceği bilinciyle…

Bu fikirler eksenine oturan 10 Aralık Hareketi, “Türkiye’de demokratik ve özgürlükçü sol-sosyal demokrat-sosyalist sol”u kucaklayıcı bir yelpaze arayışı içerisinde.

Belki de, sosyalist veya sosyal demokrat gelenekten gelen ya da sol sıfatını kullanmayan, ancak demokrasinin öncelikle bir sorgulama kültürü olduğu ortak paydasında birleşen kişilerin hareketi 10 Aralık. İşçisinden işverenine, öğrencisinden öğreticisine, serbest meslek mensuplarından kamu görevlilerine, sayısı 50’yi aşan PGK üyesi, “farklı düşünceler-ortak değerler” ilkesiyle tanımladı kendini.

Kuşkusuz bu ilke, kendi dışındaki fikrî paydaşları da kapsamına alacak zenginliği yansıtıyor. Zaten iki gün boyunca -adı kon-masa da- paydaşlar için empati yapılarak, özellikle örgütlenme sürecinde bunun gerekliliği sürekli vurgulandı. Bir an önce partileşmek için haksız sayılmayan ivecen tavır ile daha ihtiyatlı ama kararlı adım arasında ikincisinin baskın gelmesinde, birbirinden kopuk “çoğul sol”u, fikir ve örgütlenme ekseninde “çoğulcu sol”a dönüştürme ereği yatıyor. Aynı hedefe yönelen diğer örgüt ve girişimlerle sinerji yaratmak için, bir 2 yıl daha harcamaya değmez mi?

Yoruma kapalı.