“ Güzergâh bahane, şiddet şahane(!)... ”

- Devamı için tıklayınız -

1 Mayıs 2008, İstanbul cadde ve sokakları: yıllarca belleklerden silinmeyecek dehşet verici sahneler; 1 Mayıs Bayramı değil, 1 Mayıs savaşı sanki. Neden?

Öncesi: Yetkili makamlara göre, 1 Mayıs gösteri ve yürüyüşüne evet, ama güzergâhına hayır; aksi halde güç kullanılacak, ama orantılı olacak. İki itiraf: 1 Mayıs gösterisi meşru ve yasal, sorun, yapılacağı mekana ilişkin; bu yıl ölçülü olacak, zira geçen yıl ölçüsüz güç kullanıldı.

1 Mayıs, savaş alanı: Şu üç görüntü yeterli: Sabahın erken saatlerinde DİSK binasının basılıp gaz püskürtülmesi, Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) binasına ve orada toplananlara müdahale edilmesi, Şişli Eftal hastanesine girilerek, hasta mek^ânında gaz bombası kullanılması. (…)

Güzergâh yetkisi Anayasa’dan çıkarıldı: “Şehir düzeninin bozulmasını önlemek amacıyla yetkili idari merci, gösteri yürüyüşünün yapılacağı yer ve güzergâhı tesbit edebilir.” Bu yetki, 2001’de Anayasa m. 34’ten çıkarıldı. Söz konusu özgürlüğü iyileştirici yöndeki değişiklikleri yasaya yansıtmak amacıyla, 6/10/1983 ta. ve 2911 sy.lı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu (TGYK), 2002’de kısmen gözden geçirildi.

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM), 5 Aralık 2006’da verdiği bir kararla İHAS m. 11’in Türkiye tarafından ihlal edildiği sonucuna varırken, demokratik bir toplumda kolluk güçlerinin zor kullanma koşulu ve bunun ölçülülüğü üzerine önemli saptamalar yaptı.

Öte yandan, 14/07/1934 ta. ve 2559 sy.lı Polis Vazife ve Selahiyetler Kanunu (PVSK), 2002’de kısmen iyileştirildi. Ne var ki, 2007’de tam tersi anlamda kolluk güçlerinin yetkilerinin -zor ve silah kullanma dahil- arttırılması yönünde değiştirildi.

1 Mayıs 2008 uygulaması ise, Anayasa’ya, TGYK’ya ve İHAM kararına aykırılık bir yana, geçen yıl değiştirilen ve bu nedenle çok eleştiri alan PVSK’ya bile açıkça aykırı…

Olması gereken neydi? 1 Mayıs uygulaması, bütün bunların ötesine geçti, güzergâh sorunu bile ortaya çıkmadan. Gerçekten, kullanılan şiddet ile nedensellik kurulabilecek tek bağ, güzergâh olabilirdi ancak. Ne var ki, “güzergâh saptırması”, gerekçe olarak kullanılamaz; çünkü, yola çıkmalarına saatler kala, kolluk gücü işe koyuldu ve ortalığı darmadağın etti.

Oysa şu üç öğe, güzergâh saptırmasının dengelenmesi yönünde kullanılabilirdi: Toplantı yerine gidiş “bireysel özgürlük” olup, buna-ve haydi haydi işine giden insanlara- müdahale etmeye gerek yoktur. 1 Mayıs, işçi ve emekçi bayramı olarak, bu çerçevede yapılan etkinlikler, yürürlükteki mevzuata aykırı görünümler içerse de, şiddet kullanılmadığı sürece “sivil itaatsizlik” şeklinde değerlendirilebilir. “İdari hoşgörü” kavramı da bu çerçevede kullanılabilir. (Geçen yıllarda ellerinde silahlarla polislerin yaptıkları korsan yürüyüşü bile, Yargıtay 8. Ceza D., demokratik tepki olarak değerlendirmişti).

lçülülük değil, şiddet: Bu nedenle, medyada sıkça kullanılan “ölçüsüz güç kullanımı” kavramı burada uygulanamaz. Çünkü, güç kullanımı ve bunun ölçülü olup olmadığı, ancak özgürlük-otorite dengesini sağlama bağlamında değerlendirilebilir. Oysa, 1 Mayıs’ta, henüz yürüyüş başlamadan binalara ve insanların dolaşımına yapılan müdahalelerde, gösteri yürüyüşü ve dolayısıyla toplu özgürlük kullanımı da yoktur.

Kullanılan şiddet, sanki bir ayaklanmanın bastırılması görüntüsü ile özdeşti. Polisin kullandığı müdahale araçları, kin ve nefret tohumlarını ekmiş, hak ve özgürlüklerin bekçisi olması gereken kolluk gücü, insan hakları düşmanı konumuna getirilmiştir.

Eğer sorun sadece güzergâh olsaydı, alınacak önlemlerle kolluk gücü güvenliği sağlamada zorluk çekmez ve zaten o durumda ülkenin dört bir yanından polis toplamaya gerek kalmazdı.

Siyasal ve hukuki yol: Bir demokrasi ve insan hakları sorunu olarak 1 Mayıs olayları, AKP’nin, sadece emekçilere ve örgütlü muhalif sosyal sınıflara karşı düşmanca tavrını değil, çoğulcu toplumsal yapının temeli olan farklı düşüncelere tahammülsüzlüğünü bir kez daha sergiledi. Bunu da iktidarın şiddet yüzü ile kanıtladı. Bunun hesap yeri, siyasal açıdan sandıktır…

Hukuki açıdan, Avrupa ölçütleri bir yana, ulusal hukuk kurallarının bile açık ihlali söz konusu. Örneğin, PVSK m.16 zor kullanmayı “direnişle karşılaşma” koşuluna bağlıyor. Sorumluluk, -cezai dahil- idari hiyerarşi içerisinde yukarıya doğru politik makamlara da uzanıyor ve hizmet kusurunu da aşıyor. Yöneticilerin kişisel kusuru, hatta kastı da sorgulanmalı ve Anayasa’nın “saklı” hükmü de artık gün ışığına çıkarılmalı: Hak ve özgürlükleri ihlal edilen kişilerin uğradığı zarar, “Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır.” (m. 40). Kısacası şimdi, zorlu bir “hukuk savaşımı” bekliyor emekçi örgütleri…

Yoruma kapalı.